Evlilik, o romantik aşk filmlerinde gördüğümüzden çok daha kapsamlı ve karmaşık bir süreçtir. Aslında ne aynı evi paylaşmak, ne evlilik öncesi danışmanlık, ne de kendi anne babalarımızın ilişkisine tanıklık etmiş olmak bizi tam olarak evliliğe hazırlar. Evli olmak ciddi bir olgunluk gerektirir. Yoğun kırılganlıklar, cömertçe affedişler, tükenmeyen bir sabır. Evli kaldıkça bazı noktalarda daha farklı düşünmeye başlayabiliriz. “Eşim ve ben gerçekten iki farklı insanız.” “Bu işi yürütmek sandığımdan da zormuş.” Ne kadar uğraşsam da çatışmadan kaçınmak mümkün değil.”
Hem erkek hem de kadın yakın, duygusal ve güvenli bir bağ kurmak için güçlü bir istek duyar. Eşimizle anlaşmazlıklarımız ve tartışmalarımız olduğunda hepimiz bir miktar korku yaşarız. İnsanoğlu optimal dengenin bozulmasından huzursuzluk duyar. Güvenli ilişkileri olanlar için bu durum geçicidir. Herhangi bir tehdit unsuru olmadığını fark edince korkumuz hızla ve kolayca azalır. Ancak zayıf ve yıpranmış ilişkilerde korku çok yoğun ve baskın olabilir. Sevdiğimiz kişiyle yakınlığı yitirmek, güvende olma duygumuzu tehlikeye atar. Amigdala, yani beynin korku merkezi uyarılır. Mantıklı düşünemeyiz; sadece hisseder ve harekete geçeriz. Jaak Panksepp’in “birincil panik” olarak adlandırdığı durumun esiri oluruz. Ya talepkar ve saldırgan hale geliriz ya da kendimizi sakinleştirip korumak amacıyla geri çekilip bağlantıyı keseriz. Bu tepkilerin ardındaki gerçek anlam şudur: “Beni fark et. Benimle ol. Sana ihtiyacım var” veya “Beni incitmene izin vermeyeceğim. Sakinleşeceğim. Kontrolümü kaybetmemeye çalışacağım”.
Yıpranmış evliliklerde çiftler duygusal olarak kopmuş, kendilerini birbirlerinin yanında güvende hissetmez hale gelmişlerdir. Çatışmaların çoğu gerçekte duygusal kopuşa yönelik protestolardır. “ Senin için önemli miyim? Bana değer veriyor musun? Beni kabul ediyor musun? Sana güvenebilir miyim? Senden yardım bekleyebilir miyim? Benim için orada olacak mısın? İhtiyacım olduğunda, seni çağırdığımda bana cevap verecek misin? Bana ihtiyacın var mı?” Tüm o öfke patlamaları, eleştiri ve talepler aslında eşe yapılan çağrılardır.
Yakınlığı kaybetme korkusuyla baş etmek için devreye giren bu stratejiler bilinçdışıdır ve başlangıçta işe yarar. Çiftler bu stratejileri kullanmaya devam ettiklerinde birbirlerinden daha da uzaklaşmalarına neden olan güvensizlik döngüleri oluştururlar. Bu döngüler, eşlerin savunmacı tutumları ile giderek büyür ve ilişki çıkmaza girer. Eşler birbirleri ve ilişkileri hakkında kötümser ve umutsuz hale gelirler.
Her çift bağlanmanın getirdiği doğal çatışmalarda dengeyi tekrar sağlamak durumunda kalmaktadır. Yakınlık daima “ben”le başlar. Hepimizin özlemini duyduğu bağlanma ve yakınlığın en iyi yolu, kendinizi eşinize en gerçek haliniz ve en derin hislerinizle ve cesurca açmaktır. Mutlu evlilik “ben” odaklı evliliktir; iki adet kendine odaklı ben gerektirir. Bu iki tam ve kendine odaklı insanın arasındaki bağ, evliliğin özünü oluşturur. Bağlı olmak ile bağımlı olmak arasındaki ciddi fark tüm ilişkilerde olduğu gibi evlilik gibi temel bir sistemde de üzerinde durulması gereken bir meseledir. Önce “ben” ve “sen”, sonra “biz” diyebildiğimiz anda evlilik çok daha olumlu bir düzlemde ilerleyecektir.