Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından açıklamada, “Sağlık Bakanlığı tarafından ilk COVID-19 hastasının açıklandığı 11 Mart 2020 tarihinden itibaren ülkemizde pandemi kapsamı dışındaki neredeyse bütün sağlık hizmetleri ve bunu sağlayacak altyapı, emek gücü, finansman ve organizasyon önemli düzeyde ihmale uğramış, hatta yok sayılmıştır” denildi.
TTB’den yapılan açıklamada “Sağlık Bakanlığı ve iktidarın söz konusu kabul edilemez tutumunun neden olduğu hizmet yoksunluğuna bağlı ölümler başta olmak üzere, birçok sağlık sorununun sayısal verilerine ancak gelecek yıllarda sahip olabileceğiz. Sizlerle paylaştığımız bu çalışma, söz konusu nedenlerle öncelikli olarak COVID-19 pandemisi ile ilgili veriler dışındaki değerlendirmeleri kapsamaktadır Aşağıda yer alan sayısal değerlendirmeler; Sağlık Bakanlığı (SB), SB Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK), Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ve Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) tarafından 04 Şubat 2021 tarihine kadar yayımlanmış en son veriler kullanılarak gerçekleştirilmiştir” denildi.
Toplumsal Sağlık Düzeyi ve Sağlıkta Eşitsizlikler
Açıklamada şu ifadelere yer verildi, “Sağlık hizmetleri, ulaşılabilir, parasız ve nitelikli olsa bile tek başına toplumun sağlıklı olabilmesi için yeterli olmadığı uzun yıllardan beridir bilinen, bilimsel bir bilgi ve toplumsal bir gerçekliktir. Yanı sıra, yeterli ve dengeli beslenme, temiz su, temiz hava, sağlıklı konut, sosyal, siyasal ve kültürel yaşam, eğitim vb. ögelerin de toplumun üyeleri için gereksinimlerinin karşılanacağı nitelik ve nicelikte sağlanması gerekmektedir. Türkiye’de siyasal alanın yanı sıra, toplumsal refahın temel ögelerinden olan ekonomi alanda da durum ne yazık ki her geçen gün daha da sorunlu hale gelmektedir. Örneğin, Türkiye ekonomisi 2013 yılından itibaren küçülmeye devam ediyor. Son verilere göre, 2013 yılında 12 bin 480 dolar olan kişi başına gayrisafi yurtiçi gelir, 2019 yılında 3 bin 357 dolar azalıp, 9 bin 123 dolara düştü. Diğer bir ifadeyle, kişi başına ortalama gelir 2013 yılına göre %27 azaldı. Türkiye’de en zengin kentle en yoksul kent arasındaki kişi başına gelir farkı son 10 yılın en üst düzeyine çıkarak, fark %550’ye yaklaştı. İller arasındaki eşitsizlikler sağlık alanında da artmaya devam ediyor. Türkiye’de 2019 yılında 10 bin 770 bebeğimiz, 13 bin 259 beş yaş altındaki çocuğumuz yaşamını kaybetmiştir. Başka bir ifadeyle, 2019 yılında her bin canlı doğuma karşılık 9,1 bebeğimiz birinci doğum gününü göremeden, 11,2 çocuğumuz da beşinci doğum gününü göremeden ölmüştür. Bebek ölüm hızı en düşük (iyi) olduğu ilimizde binde 3,0; en yüksek (kötü) olduğu ilimizde ise binde 16,2’dir. Bebek ölüm hızının en iyi ve en kötü olduğu iller arasındaki fark 5 katından daha fazladır (Hız Oranı: 5,4). Beş yaş altı ölüm hızı ise, en düşük (iyi) olduğu ilimizde binde 3,0; en yüksek (kötü) olduğu ilimizde ise binde 19,6’dır. Beş yaş altı ölüm hızının en iyi ve en kötü olduğu iller arasındaki fark 6,5 kat (Hız Oranı: 6,5) olmuştur. Türkiye’de iller arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler giderilebilseydi, 2018 yılında yaşamını kaybeden 11 bin 629 bebeğimizden 5 bin 373’ünün, 14 bin 240 beş yaş altı çocuğumuzdan da 7 bin 989’unun (topluma atfedilen risk sırasıyla %46,2 ve %56,1) ölümünü engellemek mümkün olabilecekti. Bununla birlikte, 2019 yılında yaşamını kaybeden 10 bin 770 bebeğimizden 7 bin 216’sının, 13 bin 259 beş yaş altı çocuğumuzdan da 9 bin 706’sının (topluma atfedilen risk sırasıyla %67,0 ve %73,2) ölümünü engellemek mümkün olabilecekti. Bu durum 2019 yılında ölümü engellenebilecek olmasına karşın kaybettiğimiz bebeklerimizin sayısının bin 843, ölümü engellenebilecek olmasına karşın yitirdiğimiz beş yaş altı çocuklarımızın sayısının da bin 717 artmış olduğunu ortaya koymaktadır. Böyle bir durum yalnızca hekim ve sağlık çalışanı olarak değil, bir yurttaş olarak da kabul edilebilir değildir. Ülkemizde sağlıktaki eşitsizlikler de gelir dağılımında, işsizlikte, eğitimde olduğu gibi uçuruma dönüşmüştür. Bu utanç tablosunun ancak toplumsal eşitsizlikler ortadan kaldırılarak yok edilebileceği gözlerden uzak tutulmamalıdır”
(BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)