Doğum itibari ile tüm çocuklar zorlu yaşam olaylarına maruz kalmaktadır. Doğumun kendisi bile ciddi bir değişimdir. Kaçınılmazdır ve örseleyici bir biçimde gerçekleşir. Ondandır ki bu değişim ve ayrılıkla baş edebilmesi için çocuğu desteklemek ihtiyacı ile anne teması ve emzirme süreci önemsenir. Çünkü güvenli fanusundan çıkmıştır ve temas kesilmiştir. Yeni bir beslenme ve dolunum sistemi devreye girmiştir. Bunu yalnız atlatamaz. Ama o küçücük bedenleri bununla oldukça iyi baş edebilmektedir.
Anne-babaya temas, ısı dengesi, fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ile hayata tutunmakta ve üstesinden gelmektedir. Elbette doğal ve yolunda giden süreçte işler biraz daha kolaydır. Ama aksilikler olsa dahi çocuklar ciddi bir yaşamda kalma mücadelesi vermektedir.
Doğuştan gelen doğal bir mücadele ve iyileşme gücüne sahibiz aslında. Ama her nasıl oluyorsa, bu koca mücadeleyi başaran çocuklarımızın büyüdükçe yaşam olayları ile baş edemeyeceği inancı geliştiriyoruz ve onları koruyup kollama yönümüz devreye giriyor. Haliyle ona birtakım konforlar sunuyoruz. Ağlamasın, üzülmesin, yorulmasın, canı acımasın derken onun mücadele becerilerini buduyoruz/körleştirmeye başlıyoruz. Sonrasında kontrol edemediğimiz (ki kontrol etmemiz mümkün değil) daha da telaşlanıyoruz. O güçsüz kaldıkça haliyle daha çok etkileniyor ve onun için daha çok endişelenip daha da korumacı bir tavır sergilemeye devam ediyoruz… derken kocaman bir döngünü içinde kalabiliyoruz.
Örneğin; ebeveyn olarak çocuğumuzun bir oyuncağa sahip olamadığındaki duygusuyla baş edemediğini düşündüğümüzde ağlamasını durdurmak için oyuncağa ulaşmasını sağlıyoruz. Sonrasında başka bir şey olmadığında alışkın olmayan çocuk daha çok ağlamaya başlıyor, ebeveyn de daha hızlı şekilde istekleri yerine getirmeye ve onun ağlamalarını üzülerek ve çaresizlikle izlemeye devam ediyoruz. Sonuçta kıramadığımız ve içinde kaldığımız bir döngü oluşuyor. Biz onun ağlamasının kötü ve zor bir durum olduğuna inandığımızda, o da bir süre sonra böyle bir inanç geliştiriyor.
Aynı durum anne-baba ayrılığının başına gelebilecek en kötü şey olduğuna inandığımızda, başarısız olduğunda bunun üstesinden gelemeyeceğine inandığımızda, arkadaşı ona küstüğünde hep yalnız kalıp üzülmesinden korktuğumuzda da olmaktadır. Çocuk da bizim duygumuzu görüp öyle algılamaktadır.
Büyüme yolculuğunda pek çok “kriz dönem” yaşayan çocuk, uygun yollar ile baş ettiğinde daha güçlü olacak ve bir sonraki krize karşı daha donanımlı hale gelecektir. Hayatın stresleri ve zorluklarıyla karşılaştıkça direnci güçlenen çocuk; yetişkin çağa geldiğinde bağımsız hareket edebilme becerisi geliştirecektir. Dirençli çocuklar cesur olma eğilimindedir.
Bunu bağışıklık sisteminin güçlenebilmesi için hasta olmak ya da aşı olmak gerekliliği gibi düşünebiliriz.
Maruz kalması ve güçlenmesi yanında korunması gereken durumlar da vardır. Örneğin fiziki zarar, cinsel istismar, zorlu/çekişmeli boşanma, terkedilme gibi olayların kalıcı izler bırakacağı aşikardır. Tüm bunlardan olabildiğince korumalıyız. Ancak, taşınma, kardeş, okul değişikliği, okula başlama gibi olaylardan sakınabilmemiz mümkün değildir. Bu yaşantılar iyi ele alındığında büyümeye ve güçlenmeye katkıda bulunabilecek olaylardır. Ayrıca yine yönetemeyeceğimiz ama yanında olmamız gereken diğer bazı durumlar ise ebeveyn kaybı, doğal afet gibi durumlardır. Bunlar da iz bırakacaktır ama desteğimiz ile güçlenecektir de.
Bununla birlikte tüm zorlu yaşantılar, “korku ve kaygıyı” beraberinde getirmektedir. Öncelikle olayın kendisi stres yaratır ve korkutur. Örneğin bir köpek ısırdığında çocuğun bir süre köpeklerden uzak durması ve korkması doğal bir tepkidir. Sonrasında da “beklenti anksiyetesi” dediğimiz, tekrar olacak mı endişeleri başlayabilir. Özellikle kaygıya yatkın ise daha fazla olabilir. Burada olayın büyüklüğü, genetik faktörler, çocuğun mizaç özellikleri ve geçmiş yaşantıları ve çevresel faktörler gibi etkenler süreci etkilemektedir. Yani yetişkinlerin ele alış biçimi de etkilidir. Daha sonraki bölümlerde bu konuya biraz daha değineceğiz.
Özetlersek; zorlu yaşam olayları kaçınılmazdır, doğru ele alınarak güçlenme yönünde değerlendirilmelidir. Ancak bazen oldukça yıkıcı olaylar olabilir, böyle durumlarda yalnız kalmaması/hissetmemesi için elimizden geleni yapmalıyız. “Zor ama yalnız değilsin” mesajını vermeliyiz.
Zorlu Yaşantıları Olan Çocukta Ne Gibi Değişiklikler Gözlenebilir?
Zorlu yaşam olayının stres ve kaygı oluşturduğundan bahsetmiştik. Böyle durumlarda biz yetişkinlerde neler oluyorsa çocuklarda da onları gözlemliyoruz.
- İlk tepki korku ve zorlanmaysa bunun fiziksel belirtileri olur. Hızlı kalp atışı, nefes düzensizliği, terleme ve titreme gibi. Tehlike durumu geçtiğinde bu belirtiler yatışır.
- Ancak bazen durum devam ediyor olabilir, uzun süre etki eden zorlu yaşam olayı olabilir ya da yaşananlar hatırlanabilir. O zaman fiziksel belirtiler zaman zaman gözlenebilir.
- Bunun yanında stresli durumlarda duygusal gerilim de gözlenir. Kaygı, öfke, suçluluk, huzursuzluk gibi duygusal tepkiler olabilir.
- Küçük yaş grubunda bu tür duygular hareketlilik, mızmızlanma, huzursuzluk, inatlaşma, anne-baba yakınında olma ihtiyacı, uykuya dalma ya da uykuyu sürdürme zorlukları, iştah sorunları şeklinde kendini gösterebilir.
- Okul isteksizliği, ders çalışma isteksizliği, akademik sorunlar, arkadaş problemleri gözlenebilir.
- Ayrıca çocukların oyunları etkilenir. Daha az oynamak, oyunda sorunlar çıkarmak, oyunları eskisi gibi sürdürememek, aynı/benzer içerikteki oyunları oynamak gibi durumlar gözlenebilir.
- Bazı çocuklar zorlu olaylar karşısında daha immatür/regresif davranışlar gösterebilir.
Bahsedilen tüm belirtiler stres durumunda beklenen doğal tepki ya da durumlardır. Bunların olması bir stres olduğunu gösterse de aynı zamanda mücadele ettiği, yansıttığı/anlattığı ya da baş etmeye çalıştığının da göstergesidir. Bunları görebiliyor olmak iyidir. Yetişkinler olarak tespit etme ve desteklemede uyarıcı etkisi varır.
Aynı zamanda olayın etkileme düzeyi olayın kendisinden çok nasıl yorumlandığı ile de ilgilidir. O nedenle olayların etkililik düzeyi oldukça görecelidir. Biri için sıradan bir olay diğeri için travmatik olabilir. Yani kanepeden düşmüş, küçücük bir araba kazası ya da sıradan bir tıbbi müdahale geçirmiş bir çocuk da uzun dönemde sıkıntılı tepkiler verebilir, direnç kaybı yaşayabilir. Bunun nedeni yaşanan olayın korkunç olması değil, çocuğun gelişmekte olan sinir sisteminin korkuyla etkilenmiş olmasıdır. O nedenle yaşadığımız olaylara anlam yüklerken bir kere daha düşünmeliyiz derim.