Sporun eksikliğini hissetmek lazım
Sporun eksikliğini hissetmek lazım
2009 İlkbahar mevsimi, İstanbul. Pek çok kişide bahar yorgunluğunun başladığı dönemlerde, ben kendimi Anoreksiya Atletika gibi hissediyordum. Haftanın 2 – 3 günü Latin danslarını öğrenmek için kursa gidiyordum. Hobi mahiyetinde gördüğüm için bana hiçbir zaman spor gibi gelmedi. Beni yormuyor, bilakis dinlendiriyordu. Aynı şeyi haftanın en az 5’er günü gittiğim spor salonu için söyleyemeyeceğim. Nadiren de olsa programı yarım bırakıp çıktığım günler oluyordu. Ancak her zaman için beni en çok dinlendiren spor yürüyüş olmuştur. Hayatımdaki bütün önemli kararları yürürken aldım ve hiçbirinde de pişman olmadım. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözüne katılmamak mümkün değil. Haftada en az 5 – 6 gün yürüyüş yapıyordum. Hal böyle olunca dans kursu, spor salonu ve yürüyüşün çakıştığı zamanlarda ortalama 5 saat civarında aktivite yaptığım günler oluyordu. Hem de dilimde tatlı tat hissi uyandıran meyve dışındaki tüm şeker ve şeker içeren besinleri diyetimden çıkarmış olduğum bir dönemde…
Peki, insanların diyetisyenlere akın ettiği ve işlerimizin en yoğun olduğu ilkbahar döneminde bu kadar aktiviteyi bir güne nasıl sığdırabiliyordum? Sağlıkla ilgili bir meslek icra ettiğim için olsa gerek “hayatta en değerli yatırım; sağlığa ve eğitime yapılan harcamalardır” şeklinde bir düşünce yapısına, hatta yaşam tarzına sahiptim. Gerekirse uykumdan fedakarlıkta bulunuyor, sporumu yapmadan uyumuyordum. Küçükken biri bana böylesi bir spor alışkanlığımın olacağını söylese, güler geçerdim herhalde. Havaların iyice ısınmaya başladığı dönemlerde bir cumartesi akşamı eski bir arkadaşımla en yakın dostlarımdan birinin nişan törenine katıldık. Ardından da gece nöbetinde olan doktor bir arkadaşımızı ziyarete gittik. Bir süre sonra gözümden uyku akıyordu. Eve döndüğümde saat 03.30’u gösteriyordu. Birden gözlerim açılıverdi ve “ben bugün spor yapamadım” diyerek üzerimi değiştirdim ve kendimi sokağa attım. Yaklaşık 1,5 saat yürüyüş sonrası vurdum kafayı, deliksiz bir uyku çektim.
Birkaç hafta sonra benzer bir olayı tekrar yaşadım. Kongre sebebi ile 3 günlüğüne Ankara’ya gitmiştim. Gün boyu oturarak sunumları dinliyor ve neredeyse hiç hareket etmiyordum. Sadece 1’er saatlik öğle yemeği arası veriliyordu. Karnımı doyurup stantları dolaşmaya kalkınca süre hemen doluyordu. Akşamları da gala yemekleri, uzun zamandır görüşemediğimiz meslektaşlarımızla yapılan organizasyonlar vb derken pek fazla hareket etme şansı kalmıyordu. Pazar günü sabaha karşı eve döndüm. Saat 04.15’i gösteriyordu. Valizimi bir kenara, kendimi de sokağa attım. İstediğim şekilde spor yapamadığım 3 günün hışmıyla deliler gibi yürüyordum. Taksim meydanına geldiğimde artık sabah ezanı okunuyor ve insanlar eğlence mekanlarından evlerine dönüyordu. Yürüyüş sonrası yattım ve pazar sabahı güzel bir kahvaltı yapıp, soluğu yine spor salonunda aldım.
Diyeceğim şudur ki; egzersiz yapmadan onun tadını anlamak mümkün değildir. Vücut eksikliğini hissedemez. Nasıl ki öğle yemeğini atlamak durumunda kalan kişi, kahvaltı ile yetinip akşama kadar aç kalamaz ve ikindi vakti bir şeyler yeme ihtiyacı hisseder; düzenli egzersiz yapan birey de bir gün spor yapamazsa eksiklik ve huzursuzluk hisseder. Kendimi spora adadığım böylesi bir dönemde; 10 sene öncesinde 47 dakika aralıksız koşabildiğim günleri hatırlayarak “bunu 1 saate çıkarabilir miyim acaba?” diyerek koşmaya başladım. Yaklaşık 2 hafta içerisinde kondisyonumu geri kazandım ve 9 km hızla hiç durmadan 1 saat koşar hale gelmiştim.
İnanılmaz şekilde terlemiştim. Kaldı ki koşu esnasında ekstra bir havlu ile sürekli olarak yüzümü, saç diplerimi ve omuzlarımı kuruluyordum. Buna karşılık 1,5 lt su, 300 ml ayran, 200 ml şeker ilavesiz meyve suyu içiyor ve bu esnada kuru kayısı ve ceviz gibi atıştırmalıklar tüketiyordum. O gün, terim üzerimde soğumadan kıyafetimi değiştirerek spor salonunda 1 saat süresince bel ve bacak egzersizleri ile kas çalışması yaptım. Ardından çok yakın bir arkadaşımla buluşup muayenehaneme geçtik. Kendisi aynı zamanda zayıflamak için benim kontrolümde diyet yapıyordu. Haftalık takibini gerçekleştirdik: Vücut bileşim analizini tekrarladım, yorumladım ve diyeti üzerine görüşmemi gerçekleştirdim. Kalan işlerimi toparladım ve beraber yola çıktık. 40 Dakika içerisinde Nişantaşı’ndan Galatasaray’a yürüdük. Saat 20.00 – 22.00 arası aldığımız dans dersi sonrası ikimiz de acıkmıştık. Her hafta olduğu gibi ders sonrası portakal suyu içmek adına bir Cafe & Restaurant bulup oturduk. Normal şartlarda yemek için geç bir saat olmasına rağmen bizim geçerli bir mazeretimiz vardı. Aramızda şu şekilde bir bilgi alışverişi gerçekleşti:
– Arabasız geldin ve dolmuşla döneceksin, değil mi?
– Evet, biliyorsun bu tarafta otopark sorun oluyor.
– Gece saat kaç gibi yatarsın?
– Saat 02.30’u bulur, bir proje üzerinde biraz çalışmam lazım.
– Hemen uyumayacak olman güzel. Şimdi daha bi’ gönül rahatlığıyla siparişi verebiliriz. Ancak dolmuştan indikten sonra eve (İncirli’den Bahçelievler’e) kadar yürüyeceksin ama! Söz mü?
– Anlaştık patron, söz…
– İkimiz için de birer porsiyon ızgara köfte sipariş edeceğim. Patates kızartması yerine salata; pirinç pilavı yerine varsa bulgur pilavı yoksa birer dilim esmer ekmek isteyeceğim. İçecek olarak da sade maden suyu içerisine sıkma limon ya da ayran söyleyeceğim. Olur mu?
– Olur tabi…
Sipariş verilirken “biz yemek yiyeceğiz, bize eşlik etmek isteyen var mı?” diye sorduk. Hep bir ağızdan “bu saatte yemek yenir mi? Bi’ de diyetisyen olacaksın, bari danışanının yanında yeme! Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” şeklinde eleştiriler yükseldi. Peki, ben ne yaptım? Koşu sonrasında cep telefonuma kaydettiğim fotoğrafımı gösterdim ve “2 saat spor salonunda yaptığım aktivitelerin üzerine, 40 dakika yol yürüyerek dans dersine geldim. Şahit olduğunuz 2 saatlik ders sonrası yine 40 dakika yürüyerek Nişantaşı’na geri döneceğim. Hanginiz bir günde, hatta bir haftada 5 saat 20 dakika spor yapıyorsunuz? Ayrıca aylardır dilime tatlı tadı verecek hiçbir besin sürmüyorum. Pardon yani, kimi eleştirdiğinize dikkat çekerim!” diyerek şakayla karışık kendimi savundum ve ardından gelen yemeği afiyetle yedim.