Şeker Hastalığı Adı gibi Şeker Değil!
En önemli organlarımızdan pankreasın yeteri kadar insülin üretememesi ya da ürettiği insülini etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan ‘Diyabet’ halk arasında bilinen adıyla ‘Şeker Hastalığı’ çağımızın en büyük sorunları arasında yer alıyor. Rakamlarda sorunu net bir şekilde orta koyuyor. Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun (IDF) 2019 verilerine göre 11 yetişkinden biri diyabetle yaşarken, 2045 yılında 700 milyon kişinin bu kronik hastalığa yakalanacağı tahmin ediliyor.
Şeker, nişasta ve diğer besinleri günlük yaşam için gerekli enerjiye dönüştürmek için pankreasta üretilen insülin hormonuna ihtiyaç vardır. Şeker hastalarında ya pankreas insülin yapmaz ya da vücut insülini düzgün kullanamaz. İnsülin olmazsa, vücudun ana enerji kaynağı olan şeker kanda birikir. Normalde açlık kan glukoz düzeyi 70-100 mg/dL aralığındadır. Bu birikme ise şeker oranını bu aralığın üzerine çıkarır. Bu durumda kronik bir hastalık olan şeker hastalığının ortaya çıkmasına neden olur. Obezite, kalıtımsal durum, hareketsiz yaşam tarzı, yaş faktörü, gebelik, stres gibi birçok durum diyabetin sebepleri arasında yer alıyor. On milyonlarca insanı etkileyen bu duruma farkındalık yaratmak için ise her yıl ‘14 Kasım Dünya Diyabet Günü’ olarak kutlanıyor.
Aslında Yönetimi Kolay Bir Hastalık
Bu sorunun kontrol altında tutulması ile yönetimin aslında kolay olduğunu dile getiren Romatem Samsun Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sinem Özen Yağcı,” Diyabet, otoimmün bir hastalıktır, yani bağışıklık sisteminin vücudumuza saldırması anlamına gelir. Özellikle bu hassas dönemde daha çok dikkat etmeliyiz.İyi bir beslenme planı kişilerin kan şeker seviyelerini normal düzeylerde tutmaları için büyük önem taşıyor. Çünkü kontrolsüz diyabet; görme kaybı, böbrek yetmezliği gibi başka sağlık sorunlarına da yol açabilir. Bu sorunda yaş sınırı çok düştü. Her kişi birbirinden farklı olduğu için bireylerin diyetleri de yaşam şekillerine göre farklılık gerektirir. O yüzden herkes için geçerli bir tek diyet örneği yoktur” dedi.
Beslenme ve Diyabet Arasında Yakın Bir İlişki Var
Yağcı sözlerini şöyle sürdürdü: “Meyveden gelen şeker saf şekere göre kan şekerini daha az yükseltir. Bu nedenle yanında proteinli bir besin ile meyve tüketilmesi ara öğünlerde tercih edilmelidir. Kabuğu ile yenebilen meyveler lif açısından iyi olur ve kan şekerinin hızlı yükselmesini engeller. Sebze yemeklerine koyacağınız yağ miktarını 1 kg sebzeye 2 çorba kaşığı sıvı yağ olacak şekilde ayarlamalısınız. Lif yani posa vücutta bir süpürge görevindedir. Vücut tarafından emilmedikleri içinde kompleks karbonhidratlar olarak beslenmede yer almalıdır. Toplam alınan günlük kalorinin yaklaşık yüzde 50- 60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Bu nedenle lif oranı yüksek , rafine olmamış ürünler tercih edilmelidir. Alkol tüketimi sınırlandırılmalıdır. Ayrıca gün içinde daha küçük öğünler yapılmalı. Gün içerisinde pirinç ve patates gibi ağır nişastalardan kaçınılması gerekiyor. Bu küçük tüyolar basit ama çok etkilidir. Çünkü beslenme ve diyabet arasında çok yakın bir ilişki söz konusu. “
Kontrolü Fiziksel Aktivite Şekeri Düşürüyor
Yağcı, “Gün içinde yapacağınız çok yoğun olmayan fiziksel aktiviteler de büyük önem taşıyor. Siz egzersiz yaparken, dokular ve kaslar enerjiye ihtiyaç duyar ve bu yüzden kan damarlarından ihtiyacı olan enerjiyi ve beslenmeyi tam anlamıyla çekerler. Böylece kan şekerinde düşme sağlanır. Tip 1, Tip 2 ve Gebelik diyabeti olmak üzere şeker hastalığı 3 çeşittir. Ayrıca bu durum ile inme arasında da bir bağlantı var. Tip I ve Tip II diyabetli hastaların inme riski diyabet hastası olmayanlara göre 2 kat daha yüksek görülmektedir. Bu risk tüm yaş grupları için geçerlidir. Ancak inme gelişme riski diyabetli genç hastalar da daha yüksek görülmektedir. Yani diyabetik hastalar diyabeti olmayan hastalara göre daha erken yaşta inme geçirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır” diyerek sözlerini tamamladı.