Reflüyü kontrol altına almanın yolları
Çağımızın yaygın şikayetlerinden reflü ile ilgili aslında doğru bilinen pek çok yanlış var. Reflü nedir, nasıl tedavi edilir, alınabilecek önlemler neler? Merak edilenleri Anadolu Sağlık Merkezi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Melih Özel anlattı.
Reflü ve gastritin farkları nelerdir?
Hastalarımızla sohbet ederken dikkatimizi çeken önemli konulardan birisidir bu. Sindirim sistemine ait şikâyetleri nedeni ile poliklinikte gördüğümüz hastaların önemli bir bölümü “reflü” nedir bilmiyor ya da akıllarındaki “reflü” tanımı, doğru tanımla ilişkisiz. Kimisi reflü ile gastriti karıştırıyor, kimisi tamamen ülsere ait bulgu ve belirtileri reflüye ait sanıyor. Bazıları dört dörtlük reflü semptomlarına sahip olmalarına rağmen bunların reflü ile ilişkili olduğunu düşünmüyorlar. Aslına bakarsanız haksız da değiller. Zira “reflü”, doğru adı ile “gastroözofageal reflü hastalığı” gerçekte bir “binbir surat”!
Kısaca tanımlanması mümkün gibi görünse de günlük yaşantıya yansıyan belirti ve bulguları öyle farklılıklar gösteriyor ki hastalığın ne olduğunu bir ya da bir kaç cümle ile anlatabilmek o kadar da kolay değil.
Reflü sözcüğü, hem söylenişi hem de kullanılışı bakımından dilimize Fransızca’dan geçmiş. Sözcük aslen Latince “flux = akmak” kelimesinden türetilmiş ve “geri akmak, geri gelmek” anlamlarını taşıyor. Tıpta kullanımı sanıldığı gibi sadece mide asitinin yemek borusuna geri kaçmasını anlatmakla sınırlı değil. Vücuttaki tüm sıvıların, doğal akış yönünün tersine akması, reflü sözcüğü ile anlatılmakta (örneğin mesanedeki idrarın, idrar yollarına geri kaçması “vezikoüreteral reflü” olarak adlandırılır).
Bizim konumuz olan, ‘mide sıvısının geriye kaçışını’ anlatmak için kullanıldığı özel hastalığın doğru ve tam adı “Gastroözofageal Reflü Hastalığı”.
“Gastroözofageal reflü”, bir hastalık değil normal bir fizyolojik durumdur ve her gün çok sayıda oluşur. Özellikle büyük hacimli öğünler sonrasında her insan bu olayı hissedebilir ve herhangi bir belirti (semptom) ya da mukozal hasar oluşturmaz.
“Gastroözofageal reflü hastalığı” ise çok sık oluşan ve anormal boyutlardaki gastroözofageal reflüye karşı, normal antireflü bariyerin yetersizliği sonucu ortaya çıkan klinik tabloya verilen ad.
Montreal’de, çok sayıda bilim insanının bir araya geldiği bir uzlaşı toplantısında genel kabul gören tanımı ile ifade edecek olursak “Gastroözofageal reflü semptom ve/veya komplikasyonlara yol açtığında gastroözofageal reflü hastalığı olarak adlandırılır”.
Genel olarak hastalığın klasik belirtileri, mideden yemek borusuna geri kaçan asitin yemek borusunda oluşturduğu etkilerden kaynaklanmaktadır.
Göğüste yanma, ağza acı-ekşi mide sıvısının geri gelmesi ve göğüs ağrısı gibi tipik belirtilere yemek borusunda oluşan çeşitli değişikliklerin (yemek borusunda erozyon ve ülserler, darlıklar, Barrett özofagusu vb.) saptanması da eklenince “klasik gastroözofageal reflü hastalığı” tanısına ulaşılmış olur.
Göğüste yanma ve asitin geri kaçmasına ait belirtilerle birlikte yaşam konforunu bozan belirti ve bulguların varlığı “Hastalık” tanımını sağlamaktadır.
Gastrit ise mide mukozasının iltihabı diye tanımlanabilecek bir hastalıkla yelpazesine verilen addır ve Helikobakter pilori denilen bir bakterinin neden olduğu infeksiyöz nedenlerden; çok çeşitli kimyasal (asit, safra vb) sebeplerden; ya da ilaçlar (aspirin, romatizma ilaçları vb) ve toksik maddelerden kaynaklanabilir.
İkisi tamamen farklı hastalıklardır ancak benzer belirti ve bulgulara sebep olurlar ve nezer şekillerde tedavi edilebilirler.
Ancak bu iki hastalığa ait tanımlamalar yalnız hastalarımız arasında değil, bazen hekimler arasında da sık gördüğümüz yanlışlıklardandır. İki hastalığın adları sık olarak ve yanlış bir şekilde birbiri yerine kullanılmaktadır.
Ne kadar yaygın? Cinsiyete göre görülme oranları nedir?
Yukarıda anlattığımız belirti ve bulgular sandığınızdan o kadar çok insanda mevcut ki, şaşarsınız. Bu belirti ve bulgularla ilgili bilimsel verilere bir göz atalım isterseniz…
Yapılmış çalışmalar toplum genelinde insanların neredeyse %7 kadarının her gün yemek borusunda bir yanma hissi yaşadığını ortaya koyuyor. Bu belirtileri gece yaşayanların sayısı ise hiç de yabana atılmayacak bir orana sahip: %36.
Erkeklerle kadınlar arasında bu belirtilerin görülme sıklığının farklı olmadığını belirtmiştik. Ancak gebelik söz konusu olduğunda durum değişiyor. Gebe kadınların dörtte biri gündüz saatlerinde ve neredeyse yarısı geceleri reflü semptomları yaşamaktalar.
Bu veriler gastroözofageal reflü hastalığı olup olmadığına bakılmaksızın, nüfusun geneline ait. Dolayısı ile reflü semptomları günlük yaşantıda hemen herkes tarafından şöyle ya da böyle hissedilebilen semptomlar.
Daha devam edebiliriz bu verilere. Reflü ile ilişkili problemler yaşayan hastaların %20 kadarı göğüste yanma ve gene bir bu kadarı mide asidinin boğazlarına – ağızlarına gelmesinden (regürjitasyon) şikâyetçi. Olguların %10-15 kadarında göğüs ağrısı ya da daha geniş bir ifade ile kalp hastalığını düşündürebilecek belirtiler mevcut.
Ülkemiz de dâhil değişik ülkelerden yapılmış elli civarında çalışmanın sonucuna baktığımızda toplumun tamamında günde en az bir kez reflü semptomu yaşayan kişilerin genel nüfusa oranı yaklaşık %10.
Hastaların yaşına, cinsiyetine ve ırk dağılımlarına bakılan çalışmaların sonuçlarına da bir göz atalım. Görünen o ki reflü semptomları 50 yaş üzerindeki erişkinlerde daha genç bireylere göre daha sık. Gebelik koşullarında gözlenen reflü sıklığındaki artışı aklımızda tutarak, reflü sıklığının kadınlar ve erkekler arasında farklı olmadığından söz etmiştik, ancak şunu da ifade etmekte yarar var: Reflü semptomlarının başlama yaşı, kadınlarda erkeklerden biraz daha geç.
Öte yandan hastalığa ait komplikasyonlar (ki ilerideki bölümlerde üzerinde duracağız) erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla gözleniyor. Komplikasyonların görülme sıklığı siyah ırkta da beyazlara göre biraz daha fazla.
Reflünün sebepleri nedir?
Hastalığın oluşumunda tek bir nedenden ya da her hastada etkili olabilecek ortak nedenlerden söz edebilmek zor. Kişiden kişiye değişen bir çok sebep var.
Gastroözofageal reflü hastalığı oluşumunda en önemli unsur, yemek borusunun alt ucunda, yemek borusu ile midenin birleşim yerindeki nispeten karmaşık anatomik yapılanmaya ait işlevlerin bozulmuş olması.
Halk arasında yaygın olarak bilinenin aksine, bu bölgede bir kapak ya da kapağa benzer bir anatomik yapı yok. Yemek borusunun duvarını oluşturan adaleler yemek borusu boyunca, uzunlamasına ve dairesel olarak yerleşmiştir. Bu adalelerin uyumlu bir şekilde kasılması ile gıdaların mideye ulaşması sağlanır. Bu bölgede rol oynayan bir başka aktör göğüs ve karın boşluğumuzu birbirinden ayıran ve diyafram denilen bir başka adale. Bu yapı – yani diyafram adalesi – karın boşluğu ile göğüs boşluğu arasında, adeta bir şemsiye gibi yerleşmiş durumda. Şemsiyenin üst bölümünde göğüs boşluğu, alt bölümünde de karın boşluğunun bulunduğunu hayal edin. Midemiz işte bu şemsiyenin iç bükey olan alt kısmında ve tam ortada bulunuyor. Yemek borusu da yukarıdan aşağıya inerken, şemsiyenin tam ortasından diyafram adalesini geçerek midemizle birleşiyor.
Bu açıklığa “hiatus” adı verilir. Diyafram adalesi bu açıklığı sağlarken yemek borusunun alt ucunu iki ayrı adale grubu ile önden ve arkadan çevirir. Bu yapı mide içeriğinin yukarıya kaçmasına engel olan unsurlardan birisidir.
İkinci bir reflü engelleyici mekanizma, yemek borusu adalelerinin bu bölgedeki durumu ile ilgilidir. Yemek borusu adaleleri bu bölgede biraz daha kalın, biraz daha güçlü ve biraz daha kasılmış durumdadır. Gıda alındığında, yutma işlemi başlar başlamaz, bu kasılmış adaleler refleks olarak gevşer ve gıda lokması mide içerisine geçer. Ardından adaleler yeniden kasılır ve mide içeriğinin yukarı çıkması önlenmiş olur. Bu yapı, yemek borusu alt ucunun kasıcı adalesi (alt özofagus sfinkteri) olarak adlandırılır.
Son olarak, yemek borusunun bir bölümünün diyafram altında bir kaç santimetre daha ilerledikten sonra mide ile bir açı yaparak birleşmesi söz konusudur. Bu açı, midenin anatomik bölümlerinden kubbe (fundus) kısmının diyafram altında, sol tarafta ve yemek borusu – mide birleşiminin daha yukarısında yer alması ile sağlanır. Böylelikle yukarıya yönelen mide içeriği, yemek borusuna kaçmak yerine, bu kubbe bölümüne akar ve böylelikle reflü önlenmiş olur.
İşte bu anatomik yapıların, biraz sonra üzerinde duracağımız çeşitli nedenlerle doğru yerleşimlerindeki bozukluklar ve doğru işleyişlerindeki aksamalar sonucunda, koruyucu anti-reflü mekanizmalar da devre dışı kalıyor ve gastroözofageal reflü hastalığı ortaya çıkıyor.
En fazla incelenen ve etkili olduğu bulunan sebepler şöyle sıralanabilir:
Yaş
Reflü hastaları için ilerleyen yaşın bir risk oluşturduğu konusu oldukça tartışmalı. Ancak günümüzde pek çok gastroenterolog, ilerleyen yaşla birlikte vücudun diğer kas gruplarında ortaya çıkan güç kaybı ve tonüs azalmasının, yemek borusu ve diyafram adalelerinde de ortaya çıktığı konusunda hemfikir. İleri yaş, yalnızca adale gücündeki kayıp nedeni ile değil, hem başka nedenlerle daha fazla ilaç kullanma riskinin artması hem de ilaçlara karşı daha erken yaşlarda sahip olunan toleransın da kaybolması dolayısı ile de reflü açısından bir risk oluşturuyor.
Obezite
Kilo fazlalığı ve obezite gastroözofageal reflü hastalığı riskini artıran en önemli nedenlerden birisi. Midenin aşırı dolmasının yarattığı basıncın, dolaylı olarak alt özofagus sfinkteri üzerinde bir etki yaratabileceği ya da aşırı yağlı ve kalorili gıdaların yemek borusu alt ucundaki adalenin gevşemesine neden olabileceği gibi tezler hep konuşulmakta. Obezite genel olarak karmaşık fiziksel ve metabolik özelliklere sahip bir koşul ve muhtemelen yukarıdaki açıklamalar, obez hastalarda reflü sıklığındaki artışı açıklamak için yeterli değil. Altta yatan mekanizmalar ne olursa olsun, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, gastroözofageal reflünün vücut kitle indeksi, bel çevresi ve kilo alımı gibi ölçülebilir, objektif bazı ölçütlerle doğrudan ilişkili olduğu kesin bir şekilde ortaya konulmuştur. Dolayısı ile vücut ağırlığının boya ve yaşa göre makul bir aralıkta tutulabilmesi etkin bir tedavi başarısı açısından büyük önem taşıyor.
Diyafram fıtıkları
Günlük yaşantınızda sıkça duyduğunuz bir tanıdır “mide fıtığı”. Pek çok hasta, “Bende mide fıtığı varmış.” şeklinde ifade ettikleri ve çoğu zaman doğru olmayan bir teşhise takılırlar ve bu tanıyı duyan bazı hekimler de tanıyı teyid etmeden bu tanıyı doğruymuş gibi kabul ederek davranırlar. “Hiatus hernisi” olarak adlandırılan bu durum, aslında midenin bir bölümünün yukarıda açıkladığımız yemek borusunun diyafram adalesinin içinden geçtiği açıklıktan yukarıya doğru kayması ve göğüs içerisine doğru fıtıklaşmasıdır. Sonuçta mide içeriğinin yukarıya, yemek borusuna kaymasına engel olamayacağından reflü ortaya çıkar. Burada akılda tutulması gerekli olan önemli bir konu fıtık – reflü ilişkisinin her reflü hastasında mutlaka olması gereken bir ilişki olmadığı. Her reflü hastasında diyafram fıtığı görülmediği gibi, her diyafram fıtığı olan hastada da reflü oluşması şart değildir. Ancak genel olarak hekimler, diyafram fıtığı olan hastalarda reflü riskinin de artmış olacağını değerlendirirler.
Gebelik
Gebeliğin ilk üç ayı içerisinde reflüye ait belirti ve bulguların görülme sıklığı aynı dönemde gözlenen bulantı yakınmasının sıklığına neredeyse eşittir. Hamile kadınların büyük bir bölümünde, neredeyse %50 ila %80 kadarında, gebelik sırasında ya yeni başlayan reflü semptomları gözlenmektedir ya da eskiden var olan reflü belirti ve bulgularının şiddetlendiği görülmektedir. Peki, hangi gebe kadınlarda bu risk daha yüksek? Çok sayıda gebelik öyküsü olanlarda, ileri yaşta gebe kalanlarda ve daha önceki gebeliklerinde reflü semptomları gözlenen kadınlarda gebelik sırasında reflü belirti ve bulgularının görülme riski daha yüksektir.
Gebelerde reflü hastalığının oluşumu, gebeliğe ait hormonların, yemek borusu duvarının hareket fonksiyonları üzerine, yemek borusu alt ucunda bulunan adale yapılarının (sfinkter) kasılma gücü üzerine ve midenin boşalma işlevleri üzerine olan etkileri ile yakından ilişkilidir.
Gebelik ilerledikçe artış gösteren rahim hacminin yarattığı karın içi basınç artışı ve mideye yarattığı baskı da hiç şüphesiz bu mekanizmaya katkıda bulunan diğer bir unsurdur.
Gebelik sırasında reflü semptomları olan kadınlar, ayrıca semptomları olmasa bile özellikle daha önce birden çok doğum yapmış olan ya da daha önceki doğumlarında reflü ile ilişkili sorunlar yaşamış olan kadınlar, gebe kaldıklarında bir gastroenteroloğa müracaat ederek durumlarını anlatmalı ve önlem alınmasını sağlamalıdırlar.
Sigaranın etkisi
Sigara içenler üzerinde yapılmış çeşitli çalışmaların sonuçları, sigara içenlerde gastroözofageal reflü sıklığının, içmeyenlerden daha fazla olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Bunun tam nedenleri ve mekanizmaları bilinmemekle birlikte bazı veriler sebep – sonuç ilişkisini açıklamamıza olanak vermektedir. Bunlardan birisi sigara içenlerde tükürük salgısının azalmış olmasıdır. Tükürük salgısı doğal anti-reflü mekanizmaların en önemlilerindendir ve fizyolojik olarak oluşan asit reflüsü sırasında yemek borusuna geri kaçan asitin nötralize edilebilmesinde çok önemli rol oynar. Tükürük salgısının yapıcı etkisi, doğal olarak artacaktır. Bir başka mekanizma sigara dumanı içerisinde bulunan toksik maddelerin yemek borusu mukozası üzerinde doğrudan yarattıkları hasar yapıcı etkidir. Sigara içilmesi sırasında yutulan duman ve toksik gazların zararlı etkileri, hem yemek borusu hem mide mukozasında gösterilmiştir.
Yaşam tarzından kaynaklanan riskler
Fiziksel koşullar ve tıbbi nedenler ve ilaçlar dışında bazı alışkanlıklar ve davranış tarzları da reflü riskini artırıp hastalığın oluşumuna neden olabilmektedir. Yağ içeriği yüksek olan gıdaların tüketilmesi, yemekten hemen sonra ya da yemekten sonraki iki saat içerisinde yatılması – uzanılması, kafein içeren ya da gazlı (soda, gazoz vb) içeceklerin çokça içilmesi bu davranış biçimleri arasında en başta gelen örneklerdir. Ayrıca yemek borusu alt ucundaki adalelerin gevşemesine neden olan gıdaların (nane, çikolata, domates içeren gıdalar, soğan, sarımsak, her türlü baharat) tüketilmesi de yemek sonrası dönemin eziyetli bir hal almasına kolaylıkla neden olabilir. Büyük hacimli yemekler / öğünler de reflü riskinin artmasına neden olan unsurlardandır.
Diğer nedenler
Bu anlattıklarımızın dışında insanları gastroözofageal reflü hastalığı için riske atan başka bazı tıbbi nedenler de var elbette. Bu hastalıkların bazıları sindirim sistemi ile ilgili (Zollinger Ellison sendromu, iltihabi barsak hastalıkları gibi), bazıları ise örneğin romatolojik (Skleroderma gibi) ya da endokrinolojik (şeker hastalığı gibi) kökenli olabilirler. Çeşitli nedenlerle kullanılan ilaçlar da gastroözofageal reflü hastalığı için risk oluştururlar. Çeşitli kalp hastalıkları, hipertansiyon ya da romatizmal hastalıklar için kullanılan ilaçlar yemek borusunun alt ucundaki adale yapılarının işleyişi üzerinde olumsuz etki yaparak, reflüye neden olabilir ya da var olan reflü semptomlarının şiddetlenmesine neden olabilirler. Dolayısı ile reflü hastası iseniz ya da reflü semptomlarınız olduğunu düşünüyorsanız, size ilaç yazan hekiminizi durumunuzdan haberdar etmeniz büyük önem taşır.
En çok hangi meslek gruplarında görülüyor? Reflü strese bağlı olabilir mi?
Böyle bir sınıflandırıcı bilgi yok. Risk gruplarını ve nedenlerini yukarıda tanımlamaya çalıştım. Stres ile reflünün doğrudan ilişkisini kurmak zor ancak ruhsal streslerin mide asit slınımı ve kan dolaşımı üzerindeki olumsuz etkileri nedeni ile sindirim sistemi belirti ve bulgularına neden olabileceği; var olan belirtileri şiddetlendirebileceğini kesin olarak söyleyebiliriz.
Reflü tedavisinde ne yapılır?
Hastalığın tıbbi, endoskopik ve cerrahi tedavi yöntemleri var. Ancak tedavinin çok önemli bir boyutu olan yaşam tarzı değişiklikleri üzerinde durmak isterim.
Günlük yaşantımızı sürdürürken – ister bir alışkanlık tarzında olsun, ister arada sırada – farkında olarak ya da olmayarak yaptığımız pek çok davranış, sağlığımız üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiler oluşturabilmektedir. Yaşam tarzınız gastroözofageal reflü hastalığı için de büyük bir etkiye sahiptir. Sigara içiyorsanız, yağdan zengin ve aşırı besleniyorsanız, kilonuzu kontrol etmek için hiçbir şey yapmıyorsanız, gastroözofageal reflü hastalığına yakalanma riskiniz kaçınılmaz olarak daha yüksek olacaktır.
Alışkanlıklarımızda ya da yaşam tarzımızda yapacağımız sağlıklı ve dikkatli bir gözden geçirme reflü ataklarımızın sıklığını, şiddetini, sonuçlarını kesinlikle etkileyecektir. Üstelik bu değişikliklerin hepsi de yıllardır içilen sigaranın bırakılması gibi önemli ve bazen stres de oluşturabilecek kadar büyük boyutlu olmak zorunda değil.
Bazıları çok basit: Daha hafif giyinmek, uyku sırasında karyolanın başucunu biraz yükseltmek, daha küçük öğünler yemek, daha az kalori almak, egzersiz yapmak gibi… Üstelik sonuçları çok büyük etkilere sahip.
Öte yandan sigaradan uzak durulması, kilo kontrolü gibi hastalarımızı zorlayan ama başarıldığı takdirde kesinlikle tedavi açısından çok önemli sonuçlar doğuran yaşam tarzı değişiklikleri üzerinde de durmalıyız. Sigara kullanımının gastroözofageal reflü hastalığının gerek oluşumunda, gerekse var olan belirti ve bulguların şiddeti üzerinde çok etkili olduğunu söylemek gerekiyor.
Başka bazı içecekler üzerinde de durmakta yarar var. Domates suyu, greyfurt suyu, sodalı, gazlı içecekler, kafein içeren içecekler bu anlamda ilk aklımıza gelenler.
Kilo fazlalığı olan ya da obez hastaların zaten ciddi bir sağlık riski taşıdıklarına şüphe yok. Yüksek tansiyon, kalp – damar hastalıkları, şeker hastalığı ve bazı kanserler bu riskler arasında en başta gelenler. Gastroözofageal reflü hastalığı koşulunda kilo fazlalığı demek daha sık reflü atağı demek. Obez hastalarda reflü hastalığı daha ağır seyrediyor. Kilonun kontrolünü sağlayacak şekilde mantıklı ve sağlıklı bir diyet uygulanması, reflünün kontrolü için de çok önemli bir adımı oluşturuyor.
Sıkı giysilerden uzak durmak ve korse, sıkı kemer, dar pantalon, dar etek giymek yerine vücudu sarmayan, sıkmayan giysiler tercih etmek reflü hastalarına inanılmaz derecede semptom kontrolü olanağı sağlıyor. Dolayısı ile reflü hastalığı tanınız varsa ya da reflü semptomlarınız olduğunu düşünüyorsanız, daha doktorunuza müracaat etmeden önce, işe giysilerinizden başlayabilirsiniz.
Uyku sırasında vücudunuzun pozisyonunu değiştirmek gece yaşadığınız reflü atakları konusunda biraz rahat etmenizi sağlayabilir. Ancak bunu yapmanın çok da kolay olmadığını vurgulamalıyım. Reflüye engel olabilecek bir yatış pozisyonu için yapılması gereken asıl değişiklik, karyolanızın başucu kısmını 20 cm kadar yükseltmektir. Bunun yatma pozisyonu açısından rahatsızlık verici olduğunda şüphe yok. Bu yaklaşıma alternatif olarak reflü yastıkları geliştirilmiş durumda. Ancak reflü yastıkları ile uyumak da çok kolay değil. Alternatifleri deneyerek hangisinin sizin için yararlı olabileceğini bulmanız mümkün. Ancak uykuda rahat edebilmek açısından yatağınız, karyolanız ya da yastığınızdan çok daha önemlisi herhalde “yemek yedikten hemen sonra yatılmaması” gibi basit bir önleme dikkat edilmesi olsa gerek.
Özellikle gece reflü sorunları olan hastalarıma, akşamları mutlaka hafif yemelerini ve yatmadan en az iki saat önce bir şeyler yiyip içmeyi bırakmalarını öneriyoruz. Bu, mide içeriğinin boşalması için yeterli zamanı sağlayacak ve dolayısı ile reflü için etkili olabilecek en azından bir unsuru ortadan kaldıracaktır.
“Neler yiyelim, neler içelim?” sorusuna gelince. Bu noktada bilinmesi gereken çok önemli bir konu var. Hastaların çok önemli bir bölümü bunu bilmiyor ya da kabullenmek istemiyor. Bunda ilaç kullanmakla ilgili çekinceler, diğer tedavi yaklaşımlarının bilinmemesi ve yanlış yönlendirmelerin rolü de var elbette. Ama bu bir gerçeği değiştirmiyor:
Diyet bu hastalığın tedavi zincirinin en önemli halkası değil. Tabii semptom kontrolü ve ilaç etkileşimleri gibi faktörler diyetin gözden geçirilmesini gerektirir ama hasta dostlarımızdan çok sık duyduğumuz “Ben reflümü diyetle kontrol ediyorum.” yaklaşımı doğru ve yeterli değil. Ben bu aşamada reflü tanısı almış hastalara şu klişe yaklaşımı kuvvetle öneriyorum:
* Temel bazı diyet unsurları var (yukarıda kısmen saydık). Bunlara dikkat edin ve mümkünse uzak durun.
* Gıdalar, yiyecek ve içeceklerin üzerinizdeki etkilerini gözlemleyin. Size dokunduğunu bildikleriniz varsa, bunları dikkatle kullanmakta yarar var.
*“Şu yiyecek ya da bu içecek reflüye iyi gelir.” diye bir şey yok. Bunu unutmayın. Tedavinizi değiştirmeye ya da kesmeye neden olacak bir gıda – içecek seçeneği olmadığını lütfen aklınızdan çıkarmayın.
*“Hayat tarzı değişiklikleri” olarak adlandırılan düzenlemeler arasında saydığımız faktörlere aman dikkat. Kilonuzu iyi kontrol edin ve çok sert, sıkı diyetlerden uzak durun.
“Reflüm var” diye yemeden, içmeden kesilmenin yararından çok zararı olacaktır.
Bazı hastalar soğan ve sarımsağı çiğken yiyemezlerken, pişmiş olduklarında hiçbir rahatsızlık duymayabilirler. Bazı reflü hastaları ise hangi şekilde olursa olsun soğan ve sarımsağı hiç tolere edemezler. Dolayısı ile gıdaların reflü semptomları üzerine etkileri tamamen kişiseldir ve genelleme yapmamakta yarar vardır. Hangi gıdalarla sorun yaşadığınızı not etmek ve bu gıdaları beslenme düzeninizin dışında tutmak çok uygun bir yöntemdir. Öte yandan etkisini bilmediğiniz gıdaları baştan liste dışı bırakmak yerine, küçük miktarlarda deneyerek karar vermek daha doğru olacaktır.
Hazırladığınız yemeklerde kullandığınız gıda bileşenlerini birer birer ekleyip çıkartarak etkilerini gözleyin ve not edin. Bir zaman sonra hangi yemekte hangi malzemeyi kullanmazsanız daha rahat ettiğinizi anlayacak bir veri tabanına sahip olursunuz.
Özetle:
* Az yiyin, öğün atlamayın, ara öğünleri ihmal etmeyin…
* Beslenme içeriğinizdeki yağ miktarını kesinlikle azaltın…
* Süt ve süt ürünlerini test edin. Yağ içeriği daha önemli. Özen gösterin…
* Şeker ve tatlı sizi üzebilir. Çikolata, nane ve tarçın da…
* Baharatlar önemli. Acı yemek güzeldir ama gece kâbusunuz olabilir…
* Sitrik asit içeren, kafein içeren, gazlı içecekler belirtilerinizi artırabilir…
* Sebzeler gaz yapabilir ama genellikle reflünüzü azdırmaz. Hemen yaftayı yapıştırıp, kategorize etmeyin…
* Dışarıda yemek yerken, tatilde, seyahatte, nerede olursanız olun diyetinizin kontrolünü elden bırakmayın…