Psiko-duygusal durumumuz bedenimizi nasıl etkiliyor?

İnsanoğlu inanılmaz karmaşık teknolojiler icat etme, şaşırtıcı derecede güzel tasarımlar yapma, ayrıntılı bilimsel teorileri anlayabilme ve devasa müzik eserleri ortaya çıkarma konusunda başarılıdır. Bir ırk olarak zihinsel ve yaratıcı kapasitemizi tüm sınırları aşacak şekilde geliştirdik ve geliştirmeye de devam ediyoruz. Ancak bu anlama kabiliyetimizin tökezlediği tek bir alan vardır: kendimiz ve özellikle de bedenimiz.

Uzayda dolaşabiliyor, evrenin nasıl oluştuğu konusunda fikir yürütebiliyoruz, ancak bedenimizin nasıl bir işleyiş gösterdiği konusunda fikir birliğine varabilmiş değiliz.

Batı’da birçok insan bedenin çalışmak için besin ve suya, günün birinde durmaması için egzersize gereksinim duyan bir makine olduğu düşüncesindedir. Bedenimizin bize sağladığı zevklerden sonuna dek yararlanır, düzgün görünmesi için çabalarız. Makinenin bir parçası arıza yapsa da onarılabilir. Zorlu arızalar ameliyatlarla, radyasyon terapisiyle ya da tehlike yaratan bölümü devre dışı bırakan ilaçlarla giderilir ve hayat eskisi gibi sürer gider.

Psk. Mehmet DALKIRAN


Batı tıbbı (alopati) bu bağlamda harikalar yaratmıştır. Tıp tarihindeki dönüm noktaları düşünüldüğünde sıra dışı bir gelişim gösterdiği ortadadır; penisilinin ve aşının geliştirilmesi, lazer cerrahisi, organ nakli sadece bunlardan birkaçıdır. Tıp bilimi milyonlarca insanın hayatını kurtarmış, acılarını hafifletmiştir. Beden denen makine ve arıza yapabileceği noktalar konusundaki çalışmalar tam anlamıyla etkileyicidir.

Ancak alopati her zaman işe yaramaz. Zaman zaman ilaçların yan etkileri çok daha ağır hastalıklara yol açar; asıl sorunu tedavi ederken yeni yeni sorunlar yaratılır ve mesele tıp biliminin sınırlarını aşan bir hal alır tedavisi olmayabilir. Örneğin; strese bağlı çok sayıda hastalık var ve görülme sıklığı da giderek artıyor. Migren, ülser, huzursuz bağırsak sendromu, yüksek tansiyon, astım, kas ağrıları, ve bitkinlik stresin doğrudan yol açtığı hastalıklardan bazıları. Stres, kanser ve MS (mültipl skleroz) hastalıklarının da nedenleri arasında. Alopati, strese karşı bir tedavi geliştirebilmiş değil. Modern tıp bilimi hastanın zihinsel ve duygusal durumunun fiziksel sağlığı üzerindeki etkisi üzerinde pek durmadığı için, stresle bağlantılı bu hastalıklar da tedavi edilemiyor. Üstelik doktora başvuran hastaların %70’inin şikayeti stresle bağlantılı olduğu halde…

Hipokrat döneminde doktorlar sadece fiziksel belirtileri değil, bölgenin iklimini, hastanın ırkını, cinsiyetini, yaşam biçimini, genel toplumsal ve siyasi koşulları da hesaba katarlardı. İkinci dünya savaşı öncesine dek aile doktorları ailenin tüm üyelerini tanır ve onları yeni ilaçların yanı sıra geleneksel şifalı bitkileri, telkin yöntemini de kullanarak tedavi ederdi. Savaş sonrası dönemde teknoloji insan aklının sınırlarını aşacak şekilde gelişince, doktorlar belirli alanlarda uzmanlaşmaya başladı. Böylece aile doktorları psikoterapi ve telkin yöntemini kullanmaz oldu. Bu artık başkasının işiydi.

Zamanla nüfus ve talep arttıkça da, doktorların ancak reçete yazacak zamanı kaldı. Modern tıp, kişisel ilişkileri bir yana bırakarak, makineyi onarmaya yönelik mesafeli etkileşimleri tercih eder oldu.

Bu mekanik yaklaşım, bedenimizle ilişki kurmamaya başlamamıza yol açtı. Günümüzde artık ters giden işleri düzeltmemizi sağlayacak yöntemlerimiz var, ancak bu makinenin içindeki canlı ya da çalışmasını sağlayacak enerji hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Doğu’da, özellikle Çin ve Japonya’da ise çok farklı bir yaklaşımla karşılaşırız. Orada insanlar bedeni bir makine değil, enerji sistemi olarak görürler. Bu anlayış batı’da kullanılan yöntemlerden çok daha eskidir –en az 5 bin yıl öncesine dayanır- ve hastalıkları tedavi konusunda çok başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Doğu tıbbı bedende akan enerjinin ayrıntılı haritalarını kullanır. Bu haritalar, akan enerjinin türünün yanı sıra bu enerjiye ne şekilde ulaşacağımızı da gösterir.

Hastalıkların teşhisi, her birinin kendine özgü hem olumlu, hem olumsuz özellikleri olduğuna inanılan elementler; toprak, su, odun, metan ve hava aracılığıyla yapılır. Hastalık, kötü alışkanlıkların, stresin ya da karamsarlığın enerji akışında yol açtığı dengesizlikler ve tıkanıklıklar olarak tanımlanır. Enerji akışı düzene sokularak denge sağlanmaya çalışılır.

Alopati hastanın bir makine olduğunu söylerken, akupunktur (ve bağlantılı tedavi yöntemleri) hastanın canlı ve sürekli değişim içinde olan bir enerji sistemi olduğunu söyler. Bir şeyler ters gittiğinde dışsal etkenlerin yanı sıra hastanın yaşam koşullarına, duygu ve düşünceleri ile bunlar arasındaki etkileşime bakmamızı önerir. Alopatik doktorlar ‘Y’ye neden olan X nedir?’ diye sorarken, akupunkturcu doktor ‘Y ile X arasındaki ilişki nedir?’ sorusunun yanıtını arar…

Bedeni sırf bir makineden ibaret gören anlayış son dönemde farklı bir boyut kazanmaya başladı. Son birkaç yıl içerisinde bedenle zihin arasında doğrudan bağlantı olduğunu savunan psikonöroimmünoloji (psikoloji, nöroloji ve bağışıklık sistemini bir arada inceleyen bilim dalı) anlayışı gelişmeye başladı. Bu anlayış, hastalıkların mikroplar, bakteriler ve mikroorganizmalar, toksik atıklar, rodon gazı ya da ırsi sorunlar gibi organik nedenlerini yok saymaz. Ancak bir grip salgını sırasında bir işyerindeki herkesin birden hastalanmadığını, hastalıkların her insanda farklı etkilere yol açtığını da bilir. Duygusal ve psikolojik durumumuzun hastalığın ortaya çıkışını, gelişimini ve tedavisini önemli ölçüde etkilediği anlaşılmaya başlandı. Bu bağlamda hastalıkların kökenini belirleyebilmek için hastanın yaşam biçimini, beslenme düzenini, sosyal çevresini ve en önemlisi duygusal durumunu hesaba katmak doğru teşhisler ve tedavi için gerekliliğinin önemi de ortaya çıkmaya başladı.

Bu yazımızda zihinle bedenin birbirini nasıl etkilediğini ve her ikisini de kişisel gelişim amacıyla nasıl kullanabileceğimizi ele alacağız. Zihin-beden ilişkileri, her gün yeni bilgilerin ortaya çıktığı yeni bir keşif alanıdır. İnsan makinesini canlı, soluk alıp veren, iletişim kuran, çok yönlü bir bütün olarak ele aldık.

Şimdi de maddenin ötesindeki zihne bir göz atalım ve hastalıkların altında yatan psiko-duygusal durumları paylaşalım..

Maddenin ötesindeki zihin

Beden ve zihin birbirlerinden bağımsız hareket eden iki ayrı sistem olarak değerlendirilir. Bedeni besler ve sular, egzersiz amacıyla yürüyüşe çıkarır ve algısal becerilerinin tadını çıkarırız.aynı şekilde zihnimizi de düşünceler, fikirler ve kavramlarla besler, entelektüel arayışlarla egzersiz yaptırır, çeşitli yöntemlerle eğlendiririz. Örneğin kendimizi gergin ya da sinirli hissettiğimizde kaşınmaya başladığımızı ya da midemizin bulandığını, egzersiz yaptığımızda duygusal olarak rahatladığımızı biliriz. Ancak daha karmaşık duygular ya da hastalıklar söz konusu olduğunda, nedense bu bağlantının ne kadar önemli olduğunu aklımıza getirmeyiz. Hastalıkların gayet bariz fiziksel nedenleri varken, zihnin durumunun bununla bağlantısı yoktur ki…

Duygular sinirlerimizi etkiler, ama bunun gerçek hastalıklarla ne ilgisi olabilir ki? Geoffrey Cowley, Newsweek dergisinde şunları yazmıştır:

İnsanlar utandıklarında yüzlerinin kızarmasına, korktuklarında kalplerinin hızla atmasına, kötü bir haber aldıklarında tüm sistemlerinin bir süreliğine iptal olmasına şaşırmıyor. Yalnızlık ve üzüntü gibi zihinsel kavramların da bedenleri üzerinde etkileri olduğunu kabullenmeye hala yanaşmıyor.

Psikolojik/duygusal durumlar, bağışıklık sistemini etkilediği gibi, bedenin dolaşım, sindirim, sinir sistemi gibi diğer kısımlarını, dolayısıyla genel sağlık durumunu da etkiler.

Duyguların kendi enerjileri vardır. Ve bu enerji duyguları bastırmakla ya da yok saymakla ortadan kalkmaz. Duygularımız, dışa vurmadığımız sürece daha derinlere iner ve günün birinde fiziksel yollardan kendisini gösterir.

Varlığımızın bir parçasının diğerlerinden farkı olabilir mi? Olsa olsa kendini ifade etme biçimi farklıdır. Örneğin; H2O su, buhar, yağmur, deniz bulut ya da buz biçiminde ortaya çıkabilir, ama yine de H2O dur. Aynı şekilde duygularımız da davranışlarımızla, sesimizle ya da bedenimizin farklı sistemleriyle ifade etsek de aynı duygudur. Varlığımızın bir parçasındaki hasarı bastırmamız ya da görmezden gelmemiz, varlığımızın diğer parçasında bir hasarın ortaya çıkmasına yol açar. Örneğin; sevdiğiniz insan tarafından reddedildiniz ve kapıyı çarparak çıkarken elinizi incittiniz. Elinizdeki acı reddedilmenin yol açtığı üzüntü ya da öfke hissinin ifadesi değil midir?

Stres faktörü

Zihnin beden üzerindeki en olumsuz etkileri stres yoluyla ortaya çıkar. Ağzı kapalı bir diş macununu sıktığınızı düşünün. Ne olur? Diş macunu dışarı çıkacak bir yer bulmak zorundadır. Dolayısıyla tüpün alt kısmından ya da yanından bir yerden (en zayıf noktasından) fışkırır.
Şimdi söz konusu diş macunu tüpünün kendiniz olduğunu düşünün. Baskı altındasınız ve psikolojik ya da duygusal stres yaşıyorsunuz. Ancak kapağınızı açmıyorsunuz. Yani olup bitenleri anlamaya, içsel çatışmalarınızı çözmeye ve rahatlamaya gayret etmiyorsunuz. Peki, bu durumda içinizde büyüyen zihinsel ya da duygusal basınç ne olacak? Dışarı çıkmanın bir yolunu arayacak ve kapağınız kapalı olduğu için başka bir yerlerden, en zayıf noktanızdan fışkıracak. Bu nokta sindirim sisteminiz de olabilir, bağışıklık sisteminiz de, uyku düzeniniz de. İçinizdeki bu duygular, bastırıldığı sürece hastalıklara, depresyona, bağımlılıklara ve anksiyeteye dönüşecek ve kendisini düşmanca duygular, suç, önyargılar ve saldırgan davranışlarla gösterecektir.

Stres tek başına iyi ya da kötü bir şey değildir. Bunu belirleyen bizim stres karşısındaki tepkimizdir. Stres bazı insanları heyecanlandırır, kararlılıklarını ve dirençlerini artırır. Bazılarında ise panik, kargaşa, uyuşukluk, depresyon ve korku yaratır. Bazı insanlarda yaratıcılığı teşvik eder, bazılarını ise eylemsizliğe ve tepkisizliğe sevk eder. Bu ikinci tepki sağlığımızı da olumsuz yönde etkiler.

Bizi en derinden etkileyen şey, içsel gücümüzü ağır ağır tüketen gündelik strestir. Tehlike karşısında tehlike karşısında beliren ya savaş ya kaç tepkisine sadece hayati meseleler neden olmaz. Korku ve gerginlik düşüncesi de buna yo açar. Arabanın çalışmaması, bir randevuya geç kalmak, ödenmemiş faturalar, sevgilinizle, çocuklarınızla ya da patronunuzla yaşadığınız sorunlar..vb hepsi strese neden olur. Ya savaş ya kaç tepkisi, arabanın yüksek devirle kullanılması gibidir. Zaman zaman işe yarayabilir, ancak sürekli olarak yüksek devirde kullanırsak bazı parçaların aşınmasına ve mekanik sorunların yaşanmasına neden oluruz. Bu sorunlar insanlarda genellikle stres ya da anksiyeteye bağlı bozukluklar olarak ortaya çıkar.

Beden gerçek tehditlerle hayali tehditleri birbirinden ayıramayacağı için, görünüşte önemsiz olaylar bile strese yol açar. Olabilecek şeyler hakkındaki korkularımıza odaklanmamız, hormonlarımız ve kimyasal dengemiz üzerinde, karşımıza çıkan gerçek tehlikeler ve tehditler kadar büyük bir hasara yol açar. Örneğin; bir korku filmindeki dehşet verici bir sahneyi hatırlamaya çalışın ve sırt, boyun, karın kaslarınızın ne hale geldiğine bakın.

Duygular, özellikle bastırılmaları durumunda derin bir stres yaratır. Trafik sıkışıklığı, havanın sürekli kötü olması, çocuğumuzun hastalanması ya da komşunuzla tartışmanız gibi durumlara yönelik tepkimizi bastırmak zorunda hissederiz kendimizi. Çünkü toplum, bu durumlara bir çığlık atarak ya da bağırıp çağırarak tepki göstermemize izin vermez. Bu tepkiyi bastırmamız da, bedende ortaya çıkan kimyasal maddelerin dışarı çıkacak bir yer bulamamaları anlamına gelir. Peki, bu kimyasal maddeler nasıl dağıtılacak? Kendilerini nasıl ifade edecekler?
Aşırı stresin yol açtığı fiziksel belirtilerden bazıları şunlardır: baş ağrısı, yüksek tansiyon, çarpıntı, nefes almakta güçlük, uyku bozuklukları, iştahsızlık, mide bulantısı, ağız kuruluğu, ülser, ishal, sırt ağrısı, aşırı terleme, kaşıntı. Bunların yanı sıra depresyon, öfke, tutarsız ruh halleri ve anksiyete gibi psikolojik değişimlerde yaşanabilir. Dikkatsizlik, hafıza kaybı, kararsızlık, kafa karışıklığı, mantıksız korkular, güvensizlik, ailevi sorunlar da ortaya çıkabilir. Giyimimize dikkat etmemeye, yerimizde oturamamaya, aniden gözyaşlarına boğulmaya; içki, sigara gibi kötü alışkanlıklar, fobiler edinmeye başlayabilir, cinsel performansımızda düşme yaşayabiliriz. Bu liste böyle uzar gider ve bu belirtilerin birçoğu sağlığımızı ciddi şekilde bozar.

Psikolojik stresle fiziksel sorunlar arsındaki bağlantıyı ortaya koyan bir araştırma:

Araştırmaya göre pazartesi günleri kalp krizi geçirme riski haftanın diğer günlerine oranla çok daha yüksektir. Pazartesi günleri de sabah 09:00 en tehlikeli saattir. İnsanlar dışında haftanın belirli günleri ya da günün belirli saatlerinde daha sık ölen bir canlı yoktur. Zihinle beden arasında bağlantı olduğuna inanmamamız durumunda haftanın ilk iş günü başladığı sıralarda ortaya çıkan kalp krizlerini nasıl açıklayabiliriz? Elbette ki sabahları, öğleden sonralarına oranla daha fazla ölüm meydana gelmesinde kalp atışlarının ve tansiyonun yükselmesi, adrenalin düzeyindeki artış gibi fiziksel nedenler vardır. Ancak pazartesileri ölüm oranının diğer günlerden daha yüksek olmasının hiçbir fiziksel açıklaması olamaz.

İşyerindeki huzursuzluk

1972 yılında Massachusetts eyaleti, sağlık eğitim ve sosyal güvenlik idaresi tarafından yapılan bir araştırma, kalp hastalıklarının en önemli nedeninin işyerindeki huzursuzluk olduğunu ortaya çıkarmıştır. Elbette ki işyerindeki huzursuzluk her zaman ölümle sonuçlanmaz! Ancak işyerindeki huzursuzlukla fiziksel sorunlar arasındaki bağlantıyı hafife almanın olanağı yoktur; stresin etkisiyle her yıl milyonlarca iş günü kaybedilmektedir. Dr. Norman Beale tarafından ABD’de yapılan bir araştırma, işten çıkarılmanın (ya da işten çıkarılma riskinin), doktora gidenlerin %20, hastaneye gidenlerin ise %60 oranında artmasına neden olduğunu belirlemiştir.

Yaşam biçimindeki değişiklikler

Stres sadece işyerinde çıkmaz ortaya. Farklı zamanlarda farklı şekillerde de belirebilir. Özellikle taşınmak, evlenmek ya da sevdiğimiz bir insanın ölümü gibi yaşam biçiminde meydana gelen büyük değişiklikler de strese yol açar. Böyle zamanlarda belirsizlik ve korku hissine kapılabilir, büyük heyecanlar, derin hüzünler yaşayabiliriz. Bu duygular kasları ve damarları etkileyerek adrenalin gibi hormonların salgılanmasını artırabilir, sindirim ve solunum sistemlerini etkileyebilir, bağışıklık sistemini çökerterek bizi hastalıklara, krizlere karşı savunmasız bırakabilir.

Hastalıklar, sarsıntıların hemen ardından ortaya çıkabilir ancak insanların aynı olaya farklı tepkiler verebileceğini de hesaba katmak gerekir.örneğin; boşanma kimileri için yalnızlık ve depresyon anlamına gelirken, kimileri için ise kutlanacak bir olay olabilirdi. Benzer şekilde yeni eve taşınmak bazılarını mutlu edebilir, bazılarını ise güvensizlik hissine sevk edebilir. Travmalar illa ki hastalıklara yol açmaz. Ancak sarsıntıları çevreleyen korku ve anksiyetelerin ifade edilememesi fiziksel sorunlara neden olur. Elbette ki birtakım krizlerin önüne geçemeyiz. Yapabileceğimiz tek şey duygularımızın farkında olmak ve bastırmamaya, inkar etmemeye çalışmaktır. Duygularımızı ortaya çıktığı an ya da kısa zaman içinde dışa vurmamız hayat kurtarıcı olabilir.

İçimizdeki ordu

Stresin bağışıklık sistemi üzerinde doğrudan bir etkisi vardır. İşgalci virüslerle ve bakterilerle mücadele etmemizi güçleştirir. Stres çeşitli hormonların salgılanmasına yol açar. Bu hormonların çoğu bize işgalcilerle başa çıkmakta gereksinim duyduğumuz enerjiyi sağlar. Ancak iki tanesi –adrenalin ve kortizol- bağışıklık sistemine ket vuran hormonlardır. Örneğin; sınav stresi bağışıklık sistemini zayıflatarak nezle, grip gibi hastalıklara yakalanma riskimizi artırır. Siz de benzer şeyler yaşamışsınızdır. Sevgilinizle ya da eşinizle ilişkinizde yaşadığınız sorunlar yüzünden uyku, beslenme düzeniniz bozulmuştur örneğin. Ardından işe gitmek için mikrop soluyan insanlarla tıka basa dolu bir otobüse ya da trene biner ve birkaç saat sonra da üşüttüğünüzü hissedersiniz. Bunun nendi otobüste, trende sizi kuşatan mikroplar mı, yoksa duygusal stresin birikmesi sonucu fiziksel direncinizin zayıflaması mı? Grip salgını yaşandığı dönemlerde herkes hastalanmaz. Bazıları yatağa düşerken bazıları sağlıklı kalmayı başarır. Hastalığa yenik düşenleri mikroplar dışında etkileyen başka şeyler de olmasın? Örneğin; iş yerindeki stres, aşırı çalışma, evdeki sorunlar ya da zihinsel yorgunluk etkili olmuş olabilir mi? Hastalandığınız dönemlerde bağışıklık sisteminizi içten çökerten, enfeksiyonlarla mücadele gücünü zayıflatan şeyler olup olmadığını inceleyin. Kendinizi fiziksel ve duygusal açıdan zayıflamış, hastalıklara karşı savunmasız hissediyor muydunuz?

İki yönlü iletişim

Psikolojik ve duygusal durumumuz salgı bezlerimizin çalışmasını da etkiler. Kimyasal dalgalar gibi yükselip alçalan hormonlar, bedensel aktivitelerimize, davranışlarımıza ve duygularımıza tesir eder.

Korku gibi temel duygular soyut bir his olarak değerlendirilebileceği gibi, adrenalin hormonunun somut birer molekülü olarak da görülebilir. Bu his olmazsa hormon ortaya çıkmaz. Zihin-beden tıbbı adı verilen devrim, bu keşif üzerine kuruludur: düşünce bir yere gittiğinde, bir kimyasal madde de onunla gider.

Beden söylenen her söze inanır. Tıpkı telefon mesajlarının elektrik sinyalleri halinde kablolar üzerinden ilerlemesi gibi, düşünceler de sinirsel sinyaller halinde ilerleyerek kasları ve bezleri harekete geçirir. Bir parça stres ürettiğiniz an ortaya çıkan zincirleme tepki bedenin tüm parçalarına nüfus eder. Beden ve zihin birbirlerinden bağımsız hareket eden iki ayrı sistem değil, hem içsel hem dışsal etkenlere tepki veren bir bütündür. Düşüncelerimiz ve hislerimiz fiziksel sağlığımıza doğrudan etki eder. Aynı şekilde bedenimizde yaşananlar da zihinsel ve duygusal durumumuzu etkiler. Bu ikisini birbirinden ayırmamız, bir bütün olarak varlığımızı anlayabilme fırsatını tepmemize yol açar.

Hastalıkların nedenleri

Seçtiğimiz yaşam biçimimiz ve davranışlarımız sağlığımızı önemli ölçüde etkilemektedir.Bir kadın mutsuz evliliğinin getirdiği stresi yenebilmek için sigaraya başlarsa, yakalanma olasılığı yüksek olan akciğer kanserinin nedeni ne olur? Genetik yatkınlık mı? Sigara mı? Evliliği mi? Kadının akciğeri alınır ancak evliliği ve uzun zamandır sürüp giden bu mutsuz yaşamı değiştirmesini engelleyen kişiliği aynı şekilde sürerse, tedavi ne derece başarılı olur?

Kişinin kendi kendine bu tür sorgulamaya girmesi kolay değil. Çoğumuz doğal olarak yakalandığımız hastalıkların kendi duygularımız, düşüncelerimiz ya da davranışlarımızdan değil, dışsal etkenlerden kaynaklandığına inanmayı tercih ederiz. Hastalığın ırsi olduğunu ya da hava kirliliği gibi nedenleri bulunduğunu düşünmek isteriz. Hastalıkta bizim hiçbir payımız yoktur. Bizler çaresiz, masum kurbanlarızdır.
Bunca zamandır bedenlerimizin içinde yaşıyor olduğumuz halde, işler ters gittiği andan itibaren, ona tamamen yabancıymışız gibi davranma eğilimine gireriz. İçinde yaşadığımız yabancının neden çalışamaz hale geldiğine akıl erdiremeyiz.

Hastalıkları daha yakından ele aldığımızda, görünürdeki fiziksel nedenlerin yanı sıra diplerde gizlenen psikolojik/duygusal bağlantıları da keşfetmeye başlarız.

Bu noktadan itibaren de farkındalık gelişmeye ve doğru yerlerde doğru çözümler üretmeye başlarız..

Farkındalıklı günler dilerim.. Saygı ve sevgilerimle…

Exit mobile version