İnsanı hakikate götüren yolculukta deney ve gözlemin birinci aşama olduğunu belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Hakikate götüren yolculukta ikinci aşama ise düşünce deneyleri yani akıl yürütme yöntemleridir.” dedi. Bilimin ilerlemesi ve hakikatin ortaya çıkması için en önemli ve gerekli şeyin şüphecilik olduğunu kaydeden Tarhan, “Bir deney yaparken eğer sorgulamazsanız gerçeğe ulaşamazsınız.” dedi. Kuşkunun beyinde açık dosya bırakmak anlamına geldiğini ifade eden Tarhan, “Mesela sigara zararlı. Kuşkuluysan sigarayı bırakamazsın. Ama sigaranın zararlı olduğuna iyice inanırsan o zaman bırakırsın.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “bilimsel kuşkuculuk” konusunda değerlendirmede bulundu. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kuşkuculuğun aydınlanma çağının başında temel kavramlardan biri olduğunu belirterek “Kuşkuculuk, kişinin inandığı şeyleri sorgulaması, kabul ettiği şeyleri sorgulamasıdır.” dedi.
16 yüzyılda Avrupa’da yaşayan bir keşiş olan Martin Luther’in Katolik Kilisesi’nin yanlış uygulamalarına karşı çıkıp bugün Protestanlık adı verilen mezhebin oluşmasında ilk adımları attığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “O hem insanlık hem de Hristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir karakterdir. O zamanki kilise cennette arsa satıyor. Herkes gidiyor cennetten arsa almak için paralar veriyor. Kilise müthiş zenginleşmiş. Martin Luther, buna kuşkuculukla yaklaşıyor. Mahkemeye gidiyor ‘Hiç kimsenin cennetten arsa almasına gerek yok ben cehennemdeki bütün arsaları aldım’ diyor. Bir nevi insanların kafasında şüphecilik ile ilgili soru işaretleri uyandırıyor. Böyle bir şey olmadığını ispat edemiyorlar tabii. Ondan sonra insanların kafasına bir şüphe giriyor. Yavaş yavaş kiliseye bir tepki oluşturuyor.” dedi.
Şüphecilik, bilimin ilerlemesi için gerekiyor
Daha önce insanların sorgulamadan inandıklarını, bu nedenle kiliseye insanların sorgulamadan bağış yaptıklarını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kilise bir sömürü aracı haline gelmişti. Güçlü olanlar bu nedenle şüpheciliği hiç sevmedi. Oysa şüphecilik de bilimin ilerlemesi için, hakikatin ortaya çıkması için en önemli ve gerekli şey. Bir deney yaparken eğer sorgulamazsanız gerçeğe ulaşamazsınız yani sokratik sorgulama yapmanız lazım.” dedi.
Samimi şüphecilik her zaman yararlıdır
5N 1K denilen kavramın aslında sokratik sorgulama olduğunu kaydeden Tarhan, “Kim söyledi, ne söyledi, nerede, ne zaman, nasıl, ne için? Bu bir sorgulama yöntemidir. Bunun içerisinde şey var: Hakikati bulma çabası var. İnsanların niyeti hakikati bulmaksa, eğer niyetlerinde samimilerse kuşkuculuk işe yarıyor. Samimi bir şüphecilik her zaman faydalıdır. Samimi olmayan şüphecilik yeni dogmalar oluşturur. ‘Septisizm’ olarak geçiyor şüphecilik. Bunun karşıtı dogmatizmdir.” dedi.
Kuşkuculuk ‘Mutlak diye bir şey yoktur’ diyor
“Septisizm” olarak da adlandırılan kuşkuculuğun mutlağa ulaşmanın mümkün olmadığını savunduğunu ifade eden Tarhan, “Kuşkuculuk, ‘Mutlak diye bir şey yoktur. Her şeyden şüpheleneceksiniz’ diyor. Varoluşçu felsefe böyle çıkmış. Bu sefer de her şeyden şüphe eden insan, belirsizliğin içerisine düşüyor. Belirsizliğin içerisinde de kaos ortaya çıkıyor, mutsuz oluyor. İnsan bunalıma giriyor. Anlam bulamadığı için insanı kaosa sokuyorsunuz. Halbuki maksat görünen veya görünmeyen hakikati aramaksa bilgilerin sınanacağı veriler oluşturmamız gerekir.” diye konuştu.
Ayasofya’nın kelime anlamının Bizans kilisesinde ‘Aya’ yüksek demek ‘sofya’ hikmet anlamına geldiğini kaydeden Tarhan, “Yani yüksek hikmet anlamına geliyor. Hikmeti arıyor. Kilisenin sembolü aslında hikmeti aramanın bir yolculuğudur. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra bunu çok iyi bildiği için Ayasofya’nın ismini değiştirmemiş. Demek ki hakikati aramak temel motivasyon.” dedi.
Yöntemli şüphe, hakikati ortaya çıkarmak için kullanılıyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kuzey kuşağı İslam anlayışının bilimsel şüpheciliği kabul eden bir anlayış olmasına rağmen güney kuşağı İslam’da şüpheciliğin reddedildiğini söyledi. Descartes’in “yöntemli şüphe” kavramından bahsettiğini belirten Tarhan, “Hakikati aramak için ‘yöntemli şüphe’ kullanılıyor. Burada ne oluyor? Şüpheyi belli bir hakikati ortaya çıkarmak için kullanıyorsunuz. Başka bir amaçla kullanmıyorsunuz. Samimi bir şüphe var. Niyet çok önemli, samimiyet hakikati aramak niyetiyle hareket edilirse şüphecilik işe yarıyor. Ama belli şeyleri, belli dogmaları yıkıp kendi dogmasını oluşturmak için ya da kendini gücünü hakimiyet oluşturmak için kasıtlı, planlanmış bir şüphe yapıyorsanız bu ‘gücün şüpheyi kullanması’ olarak anlaşılır. Yöntemli bir şüphe hakikate götüren yoldur. Aynı zamanda bu mutluluğa götüren yoldur. Bir uçta septisizm, diğer uçta dogmatizm vardır.” dedi.
Dogmatizm taraftarlarının “İnançlar, akıl terazisinde tartılmaz ya inanırsın ya inanmazsın” dediklerini ve inancı, akıl yürütme yöntemlerine sokmadıklarını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Septisizmde septik olanlar mutlağa ulaşmak mümkün değil derler. Bu ikisinin arasındaki denge önemlidir.” dedi.
Hakikate ulaşmanın dört basamağı var
Hakikate ulaşmanın dört basamağı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Birincisi, deney ve yöntemdir. Bu pozitif bilimdir. Deneyliyorsun, gözlemliyorsun, buluyorsun. Tıpkı yerçekimi kanununun bulunması gibi. ‘Yerçekimi kanununa inanmıyorum, şüpheci yaklaşıyorum’ derseniz komik duruma düşersiniz.” dedi.
Amerika’da 2014 yılında post materyalist bilim tartışmalarının başladığına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Arizona Üniversitesi ile Kolombiya Üniversitesi, ortak bir manifestosu yayınladılar. O manifesto, ‘Materyalizm her şeyi açıklamıyor. O halde alternatif, post materyalist bilim anlayışına ihtiyaç var’ deniliyor. Bu da gerçeküstülüğü kanıtlamayla ilgili bir manifesto. Akıl yürütme yöntemleriyle görünmeyen gerçekliğin açıklanması savunuluyor. Görünen gerçeklik var, bir de görünmeyen gerçeklik var. Septisizm ‘görünmeyen şey gerçeklik değildir’ diyordu. Halbuki görünmeyen gerçeklik var.” dedi.
Düşüncenin ilerlemesi için hakikati arama devam etmelidir
Hakikati aramayı bitirdiğin an düşüncenin ilerlemesinin durduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Düşüncenin ilerlemesini durdurmamak için devamlı sorgulamak gerekiyor. Burada önemli olan ‘Şu anda kesin bilgiye nasıl ulaşırım, hakikati nasıl bulurum’ diye sorguya dayalı bir düşünce sitili oluşturmak gerekiyor. Sokratik sorgulama dediğimiz sorgulama neden oldu, nasıl oldu gibi soruları sorguluyor.” dedi.
Hakikate götüren yol iki aşamadan oluşuyor
Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin “Ne konuşursan konuş, söylediklerin, karşındakinin anlayabildiği kadardır” sözüne işaret eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu tamamıyla eleştirisel düşüncedir. Duyduğuna hemen inan demiyor, ne söylersen söyle, karşıdaki ne anlıyorsa odur. O nedenle bizim felsefi ekollerimizin yeniden yorumlanması gerekiyor. Şüpheciliği savunan Heraklitos, ‘Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz’ diyor mesela. Demek ki hakikate götüren yolculukta deney ve gözlem birinci aşama. İkinci aşama, düşünce deneyleri yani akıl yürütme yöntemleri.” dedi.
İzafiyet teorisi düşünce ve deneyle bulundu
Einstein’in izafiyet teorisini düşünce ve deneyle bulduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Einstein, ‘Bir taşı attığımda taşın zaman ve mekân ölçülerine ve atış hızına göre onun nereye düşeceğini bulabilirim’ diyor. ‘Ben bu taşı trenin üzerinde atsam, düşeceği yeri nasıl bulabilirim?’ sorusunu soruyor ve burada zaman kavramıyla izafiyet teorisini ortaya çıkarıyor. O zaman formül izafi oluyor. Zamandan bağımsız düşünemiyorsunuz. ‘Dünya dönüyorsa, dönen dünya üzerinde yaptığın hareket, o zaman evrenle izafiyet oluşturuyor’ diyerek o ünlü ‘MC kare’ formülünü ortaya çıkarıyor. Bir nevi bir devrim yapan bir keşif ortaya çıkıyor. Zaman ve mekânın evrenle ilişkisi, maddeyle olan ilişkisi ortaya çıkıyor.” dedi.
In silico deneyler de hakikati arama yöntemidir
Şüpheciliğin hakikati arama yolculuğunda kullanılması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hakikati aramanın üçüncü basamağının In silico deneyler olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “In Silico deneyler, laboratuvarlarda yapılan ve matematiksel modellerle hakikati arama yöntemi. Kuantum böyle çıktı. Lorenz isimli bir meteorolog, 60’lı yıllarda bilgisayarda hava tahmini çalışmaları yapıyor. Lorenz, çalışmaları sırasında bir kahve molası veriyor, sonra kaldığı yerden devam etmek istiyor. Bakıyor ki bilgileri kaydetmediği için ciddi bir kaos olmuş. ‘Sıfırdan başlayamayacağım artık, yarın devam edeyim’ diyor. Bakıyor ki çok daha iyi tahmin ediyor. Onun üzerine ‘Demek ki yanlış, mükemmelin bir parçasıdır’ diyor.” dedi.
Kötülükler, mükemmelin bir parçasıdır
Kuantumcuların ise “Kelebeğin Etkisi” teorisini ortaya attıklarını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:
“Dünyada öyle bir kaotik bir düzen var ki Kelebek Etkisi bütün düzeni bozabiliyor, kaos ortaya çıkıyor. Kaos dediğim, mükemmelin bir parçası. Kötülükler, yanlışlıklar mükemmelin bir parçası. Septisizmin post modernist tartışmacılarından David Hume ‘Eğer Tanrı varsa bu kötülükler niye var? Kötülükler olduğuna göre o zaman Tanrı’nın varlığından şüphe ederim. Bu kötülükler düzelmiyorsa Tanrı acizdir, Tanrı diyemem ben ona’ diyor. Şüpheyle sorguluyor. Felsefeci Alvin Plantinga’nın ise ‘Tanrı her şeye gücü yetendir, her şeyi bilen, saf iyi bir varlıktır” şeklinde önermesi var. Bu önerme, mantıksal olarak Tanrı kötülük yapabilecek şeyler yaratmaz gibi bir sonucu doğurmamaktadır. Özgürlüğün denenmesi için yanlış olanı yapma imkânı da olmalıdır. Bireyin her zaman doğru olanı yapıyor olması, yanlış olanı yapamıyor olmasından kaynaklanıyorsa bu birey özgür değildir.”
Damasio’nun kitabı, eleştirel düşüncenin güzel bir sonucu
Nörobilimci António Damásio’nun 90’lı yıllarda yazdığı “Descartes’in Yanılgısı” isimli kitabının eleştirel düşüncenin güzel bir örneği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Descartes, “Düşünüyorum o halde varım” demişti. Damasio’nun kitabı eleştirel düşüncenin güzel bir sonucu. Descartes niye öyle söyledi? Tek gerçeklik olarak aklı gördü. Ama nörobilimin gelişmesiyle 90’lı yıllarda anlaşıldı ki insanın duyguları da bilimsel bir kategori. Beynimizin duyguları prosese eden alanları var. Damasio, ‘Düşünüyorum o halde varım’ yerine ‘Hissediyorum o halde varım’ dedi. Şu anda ise beynin çalışma sistemi anlaşıldıktan sonra ‘İnanıyorum o halde varım’ noktasına gelindi.” dedi.
Beynimiz inandığı şeyleri yapıyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hakikati aramanın dördüncü basamağının ise inanç olduğunu söyledi. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ’ın “İnanıyorum O Halde Varım” isimli bir kitap yazdığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çünkü beynimiz inandığı şeyleri yapıyor. Bir düşünceye duygu ekliyorsunuz, düşünce duyguya eklenince inanış haline geliyor. İnanışı tekrar ettiğimiz zaman o alışkanlık haline geliyor. Onu da tekrar ettiğimiz zaman kişilik haline geliyor. Otomatik yapmaya başlıyorsunuz. Onun için beynimiz inandığı şeylere göre davranıyor.” dedi.
Bütün düşünceler sınanmalıdır
Kuşkunun beyinde açık dosya bırakmak anlamına geldiğini ifade eden Tarhan, “Mesela sigara zararlı. Kuşkuluysan sigarayı bırakamazsın. Ama sigaranın zararlı olduğuna iyice inanırsan o zaman bırakırsın. Beyne sigaranın zararlı olduğuna inandırtma tedavisi yapıyoruz. Tedavide hatalı inançlar çıkarılıyor, o inançlar üzerine hatalı inançları sorgulatıp doğru inanışlar yerine koyuluyor. Sonuçta bilimsel şüphecilik bir tedavi metodudur. O nedenle de şüpheciliği din dahi her alanda korkusuzca kullanabiliriz ve bütün düşünceler sınanmalıdır. Hakikati savunan herkes düşünce sınavına rahatlıkla girmeye hazır olmalıdır.” dedi.