Günümüzde birçok insan, partnerinin ya da etrafında ilişkide olduğu kişilerin narsist olduğu gibi bir yakınmayla karşımıza çıkmaktadır. Peki gerçekten kimdir bu “narsist” olarak tanımladığımız kişiler ve gerçekten narsistler midir?
Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Paul-Claude Racamier narsizm özellikleri taşıyan bireyleri, manipüle bir nesnenin aleyhinde kendini değerli kılarak iç çatışmalarından kendini koruyan kişiler olarak tanımlar.
Christopher Lasch’ın (1979) çağımızın karakteristik özelliği olarak tanımladığı narsistik kişilik ilgi çekmeye çabalar, aslında yalnızdır ve kolayca öfkelenir. Başkalarının ilgi ve isteklerine gereken ilgiyi göstermeyen, “empati”den yoksun kişilerdir. Yani kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve onların ne hissettiğini anlayamazlar.
Narcissus efsanesini çoğumuz bilmekteyiz. Narcissus’un güzelliği istisnaidir. Birçok genç kişide arzu ve aşk uyandırır ama hiçbirinin aşkına yanıt vermez. Bunun üzerine Narcissus’un küçümsediği biri şöyle haykırır: “O da sevsin ve sevgisinin nesnesine asla sahip olamasın!” Bir gün Narcissus susuzluğunu gidermek için saf ve temiz bir su kaynağına gelir. Su içerken suyun dalgalarında fark ettiği kendi görüntüsüne vurulur, bedensiz bir hayale tutku duyar ve kendi karşısında kendisinden geçer. Rivayetin birine göre bir gün bu suda kendini izlerken suya düşer ve boğulur, bedeni asla bulunamaz. Bir diğer rivayete göre ise kendisi olan aşk nesnesine asla sahip olamadığı için yavaş yavaş erir ve yok olur.
Narsizm, son on yıllar boyunca gelişmiş olan psikanalizin bir parçasıdır. Sigmund Freud Narsisizmi ‘Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi’ şeklinde açıklamıştır. Bebeğin gelişimindeki baştaki narsizm vazgeçilmezdir. Bebek, annesinin bakışında, sözlerinde ve ona olan yaklaşımında onun sevgisini görür. Birincil narsizm bebeğin annesini, yaşamını kendisine adayan biri ve kendisini de dünyanın odağı olarak görmesiyle oluşur. Örneğin çocuk acıktığında yanında annesinin memesini bulur ve böylece istediği her nesneyi hemen anında elde ettiğini hayal eder, annenin ona verdiği ile özdeşleşir. Libido henüz dış dünyaya yönelmemiştir, bebek için tek gerçek kendisidir. Bebek büyüdükçe dış dünyanın farkına varmaya başlar; ben ve öteki ayrımı oluşur. Giderek dış dünyayı anlaması ve kurallarını öğrenmesiyle libido diğer nesnelere kanalize olmaya başlar. İnsan her ne kadar libidosuna bir nesne bulsa da görece narsizm özellikleri kişiliğinde kalır ve bu da ikincil narsizm olarak adlandırılır. Bu gelişimin güçlüklerle karşılaştığı durumlarda ise çocuk annesinin ilgisini çekmekte güçsüz kaldığını hisseder ve depresif bir alan oluşur, varlık duygusunda boşluk hisseder. Eğer normal narsizm gelişmemişse “negatif” olarak gelişecek ve bu nokta patalojik narsizmi oluşturacaktır. Psikanalizin narsizmi açıklayışı bu şekilde olmaktadır. Psikanaliz bakış açısında göre baktığımızda Narcissus’un annesinin gözlerinde bulamadığı şeyi suda aradığını ifade edebiliriz. Günümüzde ise bu durum insan aynayı arama şeklinde vücut bulmaktadır.
Benlik psikolojisine göre, güvenli ve bütünleşmiş bir benliğin gelişmesinin temelinde iki şey yatar: Bunlardan birincisi olan ayna tutma; anlayış ve kabuldür. Duyarlı bir şekilde çocuklarının duygularını derinden takdir edebilen anne babalar çocuğun iç deneyimini doğrular. İkinci temel nokta idealleştirme modelleri sunmalarıdır. “Annem( ya da babam) harika biri ve ben de onun bir parçasıyım inancında olan bir çocuğun, benlik değeri de sağlam olacaktır. Kohut’a göre her çocuğun anne babaları ile ilgili abartılı düşlemleri vardır. Çocuk büyüdükçe bu yanılsamalar gözden geçirilir ve olgun kişilikle bütünleştirilir. Bunun dışında bir tramva durumunda benlik en ilkel kalır. Abartılı benlik değişmez ve bunun sonucu narsistik kişiliktir.
Gerçekten narsistik kişilik bozukluğu tanısı alabilecek kişilerin partnerleri için hayat gerçekten zordur. Başkaları onu “mükemmel” bulurken partneri acı çeker ve madalyonun arka yüzünü keşfeder. Dışarıdan bakıldığında “ideal eş” diye tanımlacak kadar kendini iyi tanıtan bu kişilerin partneri için durum görüldüğünden çok daha farklıdır.
Bir narsist özellikte kişi ile ilişkiye girmenin girmenin üç aşaması olduğunu ifade edebiliriz:
1. Baştan Çıkarma Evresi: Bu evrede kişi kendisinin en iyi yanlarını göstererek karşısındaki kişinin dikkatini çeker. Bu neredeyse her ilişkinin başlangıç evresinde görülen bir özellikken, patalojiyi diğerlerinden ayıran amaçtır; burada amaç kendini iyi göstermekten ziyade sahte bir imaj sunmaktır. Karşısındaki kişide bir sevme, onunla meşgul olma, ona layık olma hissi uyandıracak şekilde davranır ve ilişkiyi böyle belirler.
2. İstila Evresi: Sahiplenme, işgal etme evresi olarak tanımlanabilir. Kişi partneri için zaman zaman maddi, çoğu zaman duygusal anlamda “vazgeçilmez” bir hal alır. Bunu yapabilmek için en çok kullanılan yöntem eleştiridir. Karşıdaki kişinin yeteneklerinden ve değerinden kuşku duymasına neden olabilecek şekilde olabileceği gibi kişinin bazı yakınlarından uzaklaştırmak için de olabilir. Partneri yoksunlaştırmaya çalışarak kendine bağımlı hale getirir.
3. Yıkım Evresi: Bu evrede narsistik özellikler gösteren birey kişiliğinin olumsuz yanlarını da ortaya koymaya başlar. Kişi sık sık maruz kaldığı eleştiriler sonunda kendisinden kuşku duymaya, değersiz biri olduğuna inanmaya başlar. Sonuçta bireyin en değerli kaynaklarından biri sakatlanabilir: yaşamak ve gelişme göstermek için herkesin ihtiyaç duyduğu kendine saygı.
İlişki her zaman bu aynı sırada gitmek zorunda da değildir. Zaman zaman bu üç döngü ve dönem arasında gelgitlerle beslendiği de görülür.
Peki böyle bir durumla karşılaştığınızı düşünüyorsanız ne yapmalısınız? Öncelikle bazı davranıştaki kişilere karşı temkinli olmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bu davranışlardan bazıları şunlardır: Daha baştan size gerçek olamayacak kadar güzel geliyorsa ve çok da tanımlanamayacak bir rahatsızlık hissediyorsanız, söyledikleri hakkında en ufak bir kuşkunuz varsa, yalan söyleyebileceğinden çekiniyorsanız, mesleki deneyimleri konusunda muğlak kalıyorsa, ileri sürdükleri hakkında elle tutulur bir kanıt veremeden kendini övüyorsa… Bunları yapan her kişiden uzak durmak bir paranoyaklık gibi görünse de bunu aslında kendi benliğine zarar verebilecek ilişkiden kaçınma çabası olarak da görebiliriz.
Benlik saygısı ve kişinin kendine ve yapabilirliğine olan inancı, her insanda var olması gereken, kişiliğimizin temel yapı taşlarından bir tanesidir. Bu türde kişilerle ilişkide olan bireylerde daha önce de ifade edildiği gibi tamamen yok olmasa da aşınmaya ve zarar görmeye başlar. Bu kendine saygının geri kazanılmasının elbette bir yolu vardır. Terapist zarar görmüş olan kişiye bastırılmış olan şeyi kendi içinde aramasına yardımcı olacaktır. Çünkü bu tamamen yok olmamıştır, partner ne kadar yok etmeye çalışsa da en mahrem katmanlarına erişemez ama terapist erişebilir…