Panik bozukluk, günümüzde çok sık görülen bir hastalık olmasının yanı sıra en sık görülen kaygı bozukluklarından da biridir. Aslında hastalığın adı halk arasında yanlış kullanımında olduğu gibi panik atak değil panik bozukluk. Bu yazımda panik ataklar, panik bozukluk ve tedavi süreci hakkında bilgi vermek istiyorum.
Panik atak nedir?
“Kontrolümü kaybedeceğim.”, “Kalp krizi geçiriyorum.”, “Delireceğim.” vb. düşüncelerle çok yoğun kaygı yaşadığımız, nasıl ve neden başladığı genellikle kişi tarafından fark edilemeyen bir durum.
Diğer bir deyişle, endişe verici düşüncelere (kontrol ve ölüm ile bağlantılı) kapılıp, çok yoğun kaygı yaşanan, kısa süren ama yaşayana çok uzun gelen bir durumdur.
Panik bozukluk nedir?
Temelinde tekrar atak geleceğine dair bir beklenti oluşması, bunun sonucunda ise atakların sürekli hale gelmesi ile konulan bir tanıdır.
Panik atak geçiren herkes panik bozukluk tanısı alır mı?
Hayatında en az bir kere panik atak geçiren kişilerin sayısı panik bozukluk gelişmiş yani bu hastalığın tanısını alacak kişilerden çok daha fazladır. Yetişkinlerin %3’ünün panik bozukluk tanısı aldığı görülürken, panik atak oranı %10 olarak tespit edilmiştir (Bu oranlar gün geçtikçe yükselmektedir.). Yani, bir kere atak geçirdiğiniz için hemen bir bozukluk olduğunu, olacağını düşünmemek gerekir. Fakat atağın tekrarlaması halinde bir uzman ile görüşmekte fayda vardır.
Panik atak sırasında sıklıkla belirtilen özellikler nelerdir?
Panik atak geçiren kişiler genellikle atak sırasında bayılmak, kontrolü kaybetmek, kalp krizi geçirmek, nefessiz kalmak veya benzer, ölümle sonuçlanabilecek felaket düşünceleri tarif ederler. Bu atakların bir başka özelliği de genellikle nereden çıktığını, yani nasıl başladığını anlamadan ortaya çıkmasıdır. Bu elbette hiçbir anlamı olmadan ortaya çıktığı anlamına gelmez; yalnızca kişi bu durumu tetikleyen faktörlerin farkında, bilincinde değildir. Psikoterapi sürecinde bu farkındalık anlamında kayda değer yol kat edilebilir.
Panik bozukluk nasıl bir hastalıktır ve nasıl bir tedavi gerektirir?
Panik bozukluk, bazı ruhsal bozukluklar gibi temelde fiziksel bir hastalık değil, daha çok düşüncelerle kişinin farkında olmadan yarattığı bir bozukluktur. Elbette kişinin genel olarak kaygılı (anksiyöz) bir yapısı olması gibi bazı yapısal gerçekler etkilidir. Ancak, tedavinin hedefi temel olarak düşüncelerdir. Bunun yanı sıra özellikle başa çıkılamayan yüksek düzeydeki kaygıyı düşürmek için direkt kaygının dengelenmesi (sempatik ve parasempatik sinir sistemi dengesi) de hedeflenir. Bu sebeplerle psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikteliği tercih edilebilir. Psikoterapi düşünceleri ve kaçma davranışlarını temelde hedef alırken ilaç tedavisi kaygıyı dengeleme anlamında destek olur.
Düşünceler üzerinde çalışılmadan düşürülen kaygının tekrar yükselme olasılığı her zaman için vardır. Diğer bir deyişle, psikoterapi olmadan ilaç tedavisi her zaman yeterli olmamaktadır. Psikoterapinin bu anlamda bu hastalık ve hatta birçok ruhsal bozukluk üzerinde çok önemli bir rolü olduğu ve es geçilmemesi gerektiği bir gerçektir.
Tedaviyi kim yürütebilir?
Bu hastalığın tedavisini bir psikiyatr ve psikoterapi konusunda uzman bir klinik psikolog, ilaç + psikoterapi şeklinde yürütebilir. Diğer bir seçenek de psikoterapi konusunda da uzmanlaşmış olan bir psikiyatrın tek başına tedaviyi sürdürmesidir. Burada temel olan faktör psikoterapinin öneminin azımsanmaması ve iki uzmandan veya iki yetkinliğe de sahip olan tek bir uzmandan (psikoterapist olan bir psikiyatr) bu desteğin alınmasıdır. İlaç tedavisinin gerekli görülmediği, hafif kaygının hakim olduğu durumlarda yalnızca psikoterapi ile devam edilmesine de karar verilebilir.
İlaç kullanmadan geçmez mi?
İlaç tedavisi olmadan sonuç alınan durumlar vardır ancak ilaç tedavisi ile beraber daha hızlı sonuç alınabileceği göz önüne alınarak ilaç + psikoterapi tercih edilebilmektedir. Atakların yeni başlamış olması (hastalığın tam olarak şekillenmemiş olması) ve kaygının hafif düzeyde olması durumunda ilaç tedavisi ertelenebilir veya tercih edilmeyebilir.
Sadece ilaç neden yetmeyebilir?
İlaç tedavisi sonlandığında eğer düşüncelerde değişim olmadı ise kaygı tekrar artabilmekte ve hastalık yeniden nüks edebilmektedir. Bu sebeple psikoterapi temel bir öğedir.
Araştırmalara göre hangi psikoterapi cinsi bu hastalıkta en etkin bulunmuştur?
Araştırmalara göre Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)‘nin diğer kaygı bozukluklarında da olduğu gibi bu bozuklukta da en etkin psikoterapi yöntemi olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sonuç, BDT düşünce ve davranışlara odaklanan bir psikoterapi türü olduğu için ve panik bozuklukta da bu öğeler üzerine çalışılması fayda gösterdiği için oldukça mantıklı. Ayrıca farkındalık bir bakış açısı ve bu temeldeki uygulamaların da faydaları olduğu görülmektedir. Farkındalık temelli terapiler henüz yeni sayılabileceği için bu konuda yapılan araştırmalar günden güne artmaktadır ancak şu an için BDT’ye göre yeterli değildir.
Panik ataklar, yaşayan kişi tarafından hangi durumlarla karıştırılabiliyor?
Özellikle kalp ile ilgili problemlerin olduğundan şüphe edilip tüm tetkiklere rağmen bir bozukluk saptanmaması durumunda sıkıntıların aslında panik bozukluk kaynaklı olduğu görülebilmektedir. Ayrıca nefes alamama şikayeti ile göğüs hastalıkları veya dahiliye (iç hastalıkları)bölümlerine de başvurular olabilmekte, tetkiklerde bir sorun gözükmemesi üzerine hastalar yönlendirilebilmektedir. Aynı şekilde vertigo (baş dönmesi) şüphesi ile acil servis, nöroloji vebeyin ve sinir cerrahisi (nöroşirurji) bölümlerine başvuran hastaların bir kısmının da aslında sıkıntılarının panik bozukluktan kaynaklandığı tespit edilmektedir.