Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir kelime Öz-şefkat. Ve uygulama kısmına geldiğimizde de en çok zorlandığımız… Çünkü o kadar alışmışız ki kendimize başkalarının gözünden bakmaya… E durum böyle olunca haliyle kendini eleştirme, en ufak bir hatada başa kakma, kendini cezalandırma vs de diz boyu oluyor. Canımız zaten bir şeyden dolayı yanıyor. Bi’ tekme de biz atıyoruz kendimize. Suçluyoruz kendimizi. Ya da ağlamamıza izin vermiyoruz mesela. Ağlarken kendimizi bulduk diyelim o zaman da “Nasıl ağlarsın!? Nasıl bu denli üçsüz olursun!?” diyip utandırırız üstüne üslük kendimizi. Baştan söyleyeyim, tüm bu okuduklarınız ve belki okurken aklınıza gelen bunlara benzer dahası öz-şefkatsizliği açıklıyor.
Kim bu başkaları? Ailemiz, arkadaşlarımız, komşumuz, öğretmenimiz ya da başka birileri…O ya da bu… Kesin olan şey bize ihtiyacımız olan yerden bakamamış olmaları. Sistematik bir şekilde… Öyle bir veya iki kere de değil. Bu başlı başına başka bir yazının konusu olabilir.
Şimdi sizden hayatınızda en değer verdiğiniz kişiyi düşünmenizi istiyorum. Lütfen önce o şeyi ya da kişiyi bulup yazının devamını daha sonra okumaya devam edin.
Bulduysanız eğer o kişi şu anda yanınızda oturuyor. Çok üzgün. Hayatında yaşamak hiç istemeyeceği bir şeyi yaşamış. Canı o kadar çok yanıyor ki… Kendisini suçluyor. Kötü şeyler söylüyor. İşe yaram azın biri olduğunu, bunu yaşamayı hak ettiğini, az bile olduğunu düşünüyor. Ne yapacağını bilemez bir halde, çaresiz. Ona karşı ne hissedersiniz? Siz de ona öfkelenip, bağırıp çağırıp, suçlar mısınız? Yoksa kendisine haksızlık ettiğini, fazla yüklendiğini düşünüp, ona yardım etmeye hiç değilse duygularını anlayıp onu sakinleştirmeye mi çalışırsınız? Ya da belki de sadece sarılmanın bile iyi gelebileceğini düşünüp sarılmak istersiniz. Ona nelerin iyi gelebileceğini düşünüp bulmaya çalışırsınız. Beyniniz bu yönde aktive olur. İşte şefkat tam olarak budur. Öz-şefkat ise tüm bunları kendimize yapma becerimizdir.
Her birimizin şimdiye kadar belki de keşfedemediği muazzam bir öz-şefkat deposu var. Yadsınamayacak kadar kocaman bir hazine. Sadece bunu hep başkaları için kullanmaya alışmışız. Kendimiz için kullanmanın bencillik olduğuna inandırılmışız. Artık bu yanılgıdan uyanma zamanı. Çünkü bize en çok ihtiyaç duyan şey kendimiz! Ve bu hazineyi kendimiz için kullanmadıkça ruhumuz çeşitli sebeplerden azap duymaya devam edecek.
İşe öncelikle acı çektiğimiz anları fark etmekle başlamalı. Bilinçli bir şekilde “Şu an bu yaşadığım şey canımı acıtıyor, üzüyor, öfkelendiriyor, kaygılandırıyor” diyemediğimiz durumlarda kendimize yardım edemeyiz. Bunu fark ettikten sonra da ikinci adım kendimize ne pahasına olursa olsun (çünkü bazen kendimizi düşünmemiz, kendimize yardım etmek istememiz birilerinin hoşuna gitmeyebilir) yardım etmeye niyet etmek. Niyet etabı da tamamsa “Şuan kendime nasıl destek olabilirim? Nasıl yardımcı olabilirim? Kendime nasıl şefkat gösterebilirim?” sorularını sorup cevaplarının peşine düşmek. Biz niyet edip peşine düştüğümüzde emin olun ki cevaplar patır patır gelmeye başlayacak.