Aniden ortaya çıkan bu şey beni çok korkutuyor. Önce hiçbir neden yokken sebebini bilmediğim hafif bir göğüs ağrısı, sıkışma hissi bazen de çarpıntı hissediyorum. Buna, bazen bulantı, karıncalanma ya da baş dönmesi de eşlik edebiliyor. Sonra yavaş yavaş üzerime bir huzursuzluk ve tedirginlik çökmeye başlıyor. Hissettiğim o çarpıntı ve nefes almakta yaşadığım zorluk kontrolü elimde tutamayacağımı düşündürüyor. Bir yandan nabzımı sayarken diğer yandan da bedenimde neler oluyor diye tüm vücudumu dinlemeye başlıyorum. Sonra her şey daha da kötüye gidiyor. Bedenim uyuşuyor sanki beynim karıncalanıyor, nefes alamıyorum, neden bir anda bu kadar ter bastı ve ellerim titriyor? Ya bayılırsam? Kalp krizi mi geçiriyorum yoksa? Belki de beyin kanamasıdır?
Daha önce panik atak yaşamış ya da halen panik bozukluk yaşayamaya devam eden bir kişiden neler yaşadığını anlatmasını istesek; kendisini bu şekilde ifade etmesini beklemek çok da yanlış olmaz.
Peki bu sorunu yaşayan kişiler niçin böyle düşünüyor? Neden böyle hissediyorlar? ve Yaşadıkları bu problemin sebebi ne?
Aslında panik atak sorunu yaşayan kişilerin birçoğu bu soruların gerçek cevabını bulamaz ve yaşadıkları bu sürece bir anlam veremezler. Böyle hissetmelerinin, bu şekilde düşünmelerinin ve panik nöbetler yaşamalarının temel nedenlerinden biri de bu sorulara tatmin edici cevaplar bulamamaları olduğunu söylememiz çok da yanlış olmaz. Bu sebeple panik atak sorunu yaşayan ya da panik bozukluk tanısı almış olan kişilerin öncelikle panik atağı, panik bozukluğu ve ikisi arasındaki ayrımı bilmeleri tedavi için önemli bir rol taşımaktadır.
Panik atak;
Kalp çarpıntısı, terleme, titreme, boğulma hissi, bulantı, baş dönmesi ,kontrolü kaybetme endişesi, ölüm korkusu, uyuşma, gerçek dışılık hissi, sıcak ya da soğuk basmaları gibi endişe ve korku verici fiziksel belirtilerle aniden başlayan 10 dakika içinde şiddeti en yoğun düzeye çıkan ve genelde 10 ile 30 dakika arasında devam ettikten sonra kendiliğinden ortadan kaybolan korku nöbetleri olarak tanımlanabilir.
Panik bozukluk ise; ilk panik atağın yaşanmasının ardından beklenmedik ataklar yaşama, yeniden atak geçirmekten korkma, atakların sonuçlarıyla ilgili endişeler taşımayla seyreden bunların bir sonucu olarak da kişinin hayatını önemli derecede kısıtlayan ve davranışlarında belirli değişiklikler meydana getiren bir bozukluktur.
Panik atak denildiğinde yalnızca panik bozukluk tanısı alan kişilerin bu rahatsızlığı yaşayabileceği akla gelse de panik atak ve panik atağa benzer belirtiler panik bozukluk harici psikiyatrik bozukluk ve fiziksel rahatsızlığa sahip olan kişilerde de görülebilir. Bu nedenle panik atak tedavisi veya psikoterapi sürecine başlamadan önce mevcut belirtilerin başka tıbbi bir sorundan kaynaklanmadığından emin olunması gerekir.
Peki Panik atak veya Panik Bozukluk rahatsızlığı yaşayan kişiler nasıl bir süreç içindedirler ve neler yaşarlar?
Kişinin ilk panik atağını nasıl deneyimlediği, atak sırasında hangi bedensel belirtileri yaşadığı ve bu bedensel belirtilerin şiddeti gibi detaylar ileriki zamanlarda panik atakla vereceği mücadele için önem taşımaktadır. Hastalar genellikle ilk panik atak deneyimlerini tam bir felaket olarak tanımlarlar. Çünkü yaşadıkları atak sırasında yoğun bir korku duygusu yaşamalarına rağmen korktukları nesneyi bulamazlar. Ör: Üzerine doğru pitbull cinsi bir köpek gelen birisi korktuğunda korkunun ve akabinde gelişen kalp çarpıntısının kaynağının köpek olduğunun farkındadır. Ancak ilk kez panik atak yaşayan kişi korkuya neyin sebep olduğunu bulamadığı ve korkunun kaynağını belirleyemediği için kendisini yoğun bir belirsizliğin içinde hisseder. Bu belirsizlik de içinde bulunduğu durumu daha da çıkmaza sokar ve korkusu daha da artmaya başlar. Aslında bu durum panik atak başlangıcının ta kendisidir.
Burada kişiyi asıl korkutan şey düşünceleri ve kötü şeyler olacağına dair işlevsel olmayan inançları olmasına rağmen çoğu atak yaşayan kişi atak sırasında bu detayları farkedemez. Dakikalarca bulunduğu yerde, bir yandan atakla baş etmeye çalışıp kendisine ne olduğunun cevabını bulmaya çalışırken diğer yandan da kendisi için güvenli olan seçeneği bulmaya çalışır. Kimi balkona çıkmaya, kimi pencereyi açmaya, kimi elini yüzünü yıkamaya, kimi ise bir an önce hastaneye ulaşmaya çalışır. İlk atak sırasında panikle hastaneye ulaşan çoğu hasta bile o gün kendisine ne olduğunu anlamlandıramaz. Çoğu hastaya gerekli müdahale yapıldıktan sonra yapılan tıbbi tetkikler sonucunda hiçbir şeye rastlanmadığı ve hiçbir şeyi olmadığı söylenir. Ancak bu cevap panik atak yaşayan kişi için hiç de tatmin edici değildir. İşte her şey tam da bundan sonra başlar.
Atak süresince yoğun korku ve panik duygusuna maruz kalan ve tatmin edici cevabı bulamayan kişi bu atağı belirsiz, tehlikeli ve yaşamı tehdit eden travmatik bir deneyim olarak algılar. Daha da kötü olan ise kişinin hayatına artık bu travmatik deneyimiyle devam etmek zorunda olmasıdır. Bu travmatik deneyim sonrası psikolojik olarak hırpalanmış olan beyin ise ; Güvende Değilim, Tehlikedeyim, Her an kontrolü kaybedebilirim gibi inançlar geliştirmeye başlar. Bu inançlara sahip kişi de en ufak bir çarpıntıyı, ufak bir titremeyi, terlemeyi veya baş dönmesini tehdit edici bir uyaran olarak algılar. Bedensel duyumlarını tehdit edici bir uyaran olarak algılayan kişinin dikkati de yavaş yavaş bedenine kayar ve kişi gün boyu sürekli kendini dinleyip bedeninde birtakım aksilikler aramaya başlar.
Bu aksilikleri bulma radarı yalnızca bedensel belirtilere karşı değil bir süre sonra; Evde yalnız kalmak, otobüse binmek, tünelden geçmek, asansöre binmek, yalnız dışarıya çıkmak, uçağa binmek vb gibi dışsal uyaranlara karşı da taramalar yapmaya başlar. Eğer bu aktiviteleri yapar veya bunlara maruz kalırsa panik atak yaşayacağına inanmaya başlayan kişi; hem içsel hem de dışsal tehditlerin de etkisiyle; Ya kalp krizi geçirirsem, ya yeniden atak yaşarsam, ya nefessiz kalırsam düşüncelerine daha yoğun bir şekilde kapılır ve kişi kendisini yoğun bir ertelemeler ve kaçınmalar dünyasının içinde bulmaya başlar. Hayatı ciddi derecede kısıtlanmaya ve etkilenmeye başlayan kişi bir süre sonra kendisini daha depresif ve endişeli hissettiği bir kısır döngünün içinde bulur. Bu kısır döngü içinde yaşamak da gerçekten çok zordur.
Peki kişi bu kısır döngüden nasıl çıkabilir? Panik bozukluk iyileştirilebilir mi?
Aslında beynimiz doğal işlevi gereği yaşanılan olumsuz olayları ve travmatik yaşantıları iyileştirme gücüne sahiptir. Ancak bazen beynimizin de görevlerini tam olarak yerine getiremediği durumlar yaşanabilir. Ör: Aynı arabada yolculuk yaparken kaza yapan aile üyelerinden bazıları kaza sonrası bir daha arabaya binemezken bazıları arabayla seyahat etmeye devam edebilir. Bu durumun birden çok sebebi olabilir. Kişinin geçmişte yaşadığı travmatik deneyimleri, incinebilirlik düzeyi, psikolojik dayanıklılığı gibi faktörler olayı değerlendirme üzerinde farklılık yaratacağı gibi kaza anında bu olayın travmatik bir olay olarak kaydedilmesi de buna sebep olabilir.
Buradan hareketle panik atak yaşantısını düşünecek olursak; yukarıdaki faktörlerin de etkisiyle kişi panik bozukluk sorunu yaşamaya başlayabilir. Ancak tüm bu faktörleri ele aldığımızda hepsinin buluştuğu ortak nokta atak yaşantısına maruz kalan kişilerin “güvende değilim” “Tehlikedeyim” Kontrolü kaybedebilirim gibi inançlara sahip olmaları olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bu ilişkiler ağını düşündüğümüzde panik atak sorunu yaşayan kişiler için psikiyatrik ilaç desteğinin yanında psikoterapi desteğinin önemi de ön plana çıkmaktadır. Çünkü kişinin travmatik yaşantıları içinde yer alan ilişkiler ağı çözülmedikçe ve travmaları iyileştirilmedikçe var olan sorun devam edip dirençli bir panik bozukluğa dönüşebilir.
Bu durumun önlemini alabilmek için ise kişinin sorununa ve ihtiyaçlarına uygun psikoterapi yöntemi ışığında çalışabilmek büyük önem taşımaktadır. Psikoterapi sürecini kişinin kendisini keşfettiği ve ruhsal durumunu yeniden inşa ettiği bir süreç olarak tanımlayacak olursak; panik bozuklukla çalışırken yeniden inşa edilmeye çalışılan ve kişinin en temel ihtiyaçlarından biri olan inançlardan biri de güvende hissetmektir.