Neden Aldatı(lı)rız?
Günümüzü değerlendirecek olursak, daha mı fazla aldatıyoruz yoksa daha mı fazla bundan söz ediyoruz?
Yapılan araştırmalar diyor ki, yapılan sadakatsizlik oranı giderek artmakta. Peki bunun bir sebebi var mı? Aslına bakacak olursak birçok sebebi var.
Çoğu insan için aldatma, öncelikle günün rutininden, hayatımızı kaplayan yaşam kalıplarından ve bunların neden olduğu alışkanlıklardan, kişinin yaşadığı yoksunluk hissinden kurtulmanın bir yolu.
Büyük bir kısmın ise çift ve evli olmakla ilgili ütopik hayalleri var. İlişkinin hem mutluluk getirirken, hem geçmişin yaralarını sarsın, hem heyecan verirken hem de her şey ilk günkü gibi kalsın istiyorlar. Evlilikten çok fazla şey bekleyen bireylerin ne yazık ki aşklarını kaybetme ihtimalleri daha fazla.
Toplumun giderek daha da narsisist hale gelmesi, bireylerdeki “BEN” in hem “SEN”i hem de “BİZ” i ezip geçmesi, istek ve arzuların anında giderilmesine yönelik talep beklentiyi karşılayamadığında çözümlenmesi güç sorunların kapısını aralıyor.
Sadakatsizlik üzerindeki diğer büyük etkenlerden biri ise cinselliğin uzun ilişkilerde görev haline gelmesi sorunsalı. Bireylerin cinselliği tatmin olmak ve tatmin etmek olarak değil, evliliğin ve duygusal ilişkilerin zorunluluğu olarak görmeye başlamasıyla birlikte çiftlerden birinin cinselliğin spontanlığına ve tutkusuna kapılarak sadakatsizlik yolunu tercih etmesi de olası faktörlerden bir tanesi. Unutmamak gerekir ki bireyler cinsellikte üremeyi değil, hazzı hedefliyorlar.
Belki farkında değiliz ama içerisinde bulunduğumuz koşullar ihanetin en büyük tetikleyicileri. Tüketim toplumu bireyleri ihtiyaçları gidermeye, reklamlar ise bir markayı diğer bir markayla aldatmaya itiyor. Sosyal medyanın da sadakatsizlik üzerindeki etkisi tam da böyle.
Bazen aldatma, çocuklukta yaşadığımız terk edilmenin ya da terk edilme korkusunun bugüne yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Eski bir atasözü derki “Evlilik aşkın mezarıdır.” Peki gerçekten böyle olabilir mi? Evlilikte ne olabilir ki aşk kaybolur? Bilim de bunu doğrular nitelikte sonuçlar koyuyor önümüze. Yaklaşık üç yılın sonunda tutkunun temelindeki hormon olan dopamin yerini annelik hormonu olan oksitosine bırakıyor. Ancak arzu hormonu olan dopaminin yitirilmesiyle çiftin ilişkisi aslında kaybetmiyor. Sevgiyi ve saygıyı kazanıyor. Fakat hem kadın hem de erkek oksitosinin yarattığı bu yeni ritimle tatmin olmuyor. Yeniden midesinde kelebekler uçuşsun, telefon çaldığında yeniden ayakları yerden kesilsin istiyor. Dolayısıyla kendini tekrardan dopamin salgılamasını sağlayacağı bir yerde bulabiliyor. Bu sebeple ihanet bazen tekdüzeliğe mahkum bir hayatı ateşleyecek enerji veren “yeni bir deneyim” olarak adlandırılırken, bazen de kişisel bir psikolojik ihtiyacın karşılanması olarak meydana gelebiliyor.
İhanet yoluna başvuran diğer bir kesim ise yakınlığın kendilerini zayıflatacağını düşünen kesim. Birine bağlanırsa bunun kişiyi güçsüzleştireceğine dair olan yoğun inanç, bireyi içerisinde bulunduğu ilişkiden memnun olsa bile aldatmaya itebiliyor. Bu durum genellikle kişinin geçmiş yaşantısıyla, geliştirdiği bağlanma stiliyle ve ebeveynleriyle kurduğu güven ilişkisiyle doğrudan ilişkilidir.
Günümüzde en çok karşılaştığımız sadakatsizlik türü ise evliliğin can çekiştiği ancak aldatan kişinin gerek maddi sorunlardan gerekse çocukları için evde kaldığı, ama sırf yaşadığını, var olduğunu hissedebilmek adına aldatmak zorunda kaldığı durum olabiliyor. Kişi zorlu evlilik mücadelesi verirken, kendine iyi hissedebileceği bir liman arayabiliyor.
Sadakatsizlik erkeğe özgü bir durum olarak görülürken, günümüz koşullarında ihanet eden kadın sayısı da en az erkek sayısı kadar olmaya başladı. Bunun en büyük tetikleyicisi ise gelişen korunma yöntemleri. Bu yöntemlerin evlilik dışı gebelik riskini en az indirebileceğini bilen kadınlar da bu faktörü göz önünde bulundurarak sadakatsizlik yoluna gidebiliyor.
Bazı kadınlar ihaneti, beraber oldukları erkeğe karşı değil, içinde bulundukları “toplum” a karşı bir başkaldırı eylemi olarak yaşıyor.
Tüm bunlar, evliliği ya da ilişkiyi baltalayan sadakatsizliğe yol açan faktörler olmakla birlikte yapılan araştırmalara bakacak olursak sadakatsizliğin, sevgi bağının kaybı ve alkol bağımlılığından sonra en çok zorlanılan durum olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Çiftlerin bu durumla karşı karşıya kaldığında ayrımını doğru yapması gereken bir konu vardır. O da; “İhanet mi ilişkiyi bu durumu getirmiştir yoksa yolunda gitmeden ilişki mi ihanete kapı açmıştır?” Birey burada sadakatsizliğe iyi nedenler bulmak yerine sadakatsizliği anlamaya çalışmalı. Ancak bu şekilde zarar gören ilişki yeniden yapılanabilir. Tabii ki “Yeniden yapılanmalı mı?” sorusu çiftlerin ilişkiye bakışına ve bireysel tercihlerine kalmış bir durumdur. Bir çok ilişki/evlilik sadakatsizlik sonucu son bulsa da yine yapılan araştırmalar göstermekte ki; ihanet sonucu tekrardan bir araya gelme kararı alan çiftlerin bir kısmı ilişkilerinde eskisinden daha sadık ve daha sevecen olabilmekle birlikte, yeniden kurmaya başladıkları ilişkide eskisinden daha fazla tatmin olmakta. Bunun sebebi ise hem ihanet eden tarafın hem de ihanete uğrayan tarafın ilişkilerindeki sorunların ne olduğunu saptayıp, bunları tamir etme yoluna gitmesidir. Bu duruma şöyle bir örnek verebiliriz; kişinin evine hırsız girmesi kişiyi üzen ve yaşamak istemeyeceği bir durumdur. Ancak bu yaşandıysa suç evde yaşayan kişinin değildir. Suç hırsızlık, suçlu ise hırsızdır. Peki ya kişi bu evde yaşamaya devam etme kararı aldıysa ne yapmalı? Işte o zaman evdeki güvenliği sağlamak adına alınabilecek tedbirleri ve güvenlik açıklarını tespit eder ve bunları gidermeye çalışır. İhanete uğramış fakat yine de orada kalmayı tercih eden kişinin de yapması gerektiği gibi. Bunlar; ilişkiyi dış etkenlere karşı daha duyarlı hale getiren ilişkideki çatışma alanları ve çatışmanın düzeyi, duygusal ve fiziksel yakınlık düzeyi, ilişkideki beklentiler ve ilişkiyi yıpratan faktörler gibi aksaklıkları bulup, onların onarılmasıdır.
Sadakatsizlik bir travma olabileceği gibi, bu travmanın onarılma yolu da onu anlamak, kabul etmek ve affetmektir. Burada kasdedilen ilişkiye yeniden devam etmek, ihanet eden partneri yeniden hayatına almak değil. Kişinin ihanet sonrası kararı her ne olacaksa bu durumu daha kolay atlatmanın yolu yalnızca isyan etmeyi bırakıp Kabul etmekten geçer. Kabul etmek, o travmanın yarattığı etkilere boyun eğmek, yaşanılanların adil olduğunu düşünmek ya da tüm yaşanılanları unutmak demek değildir. Yalnızca yaşanılanları olması gerektiği şekilde görmeye çalışmaktan vazgeçip, olduğu gibi görmeyi başarabilmektir. Olayları olduğu gibi görmeye başladığımızda nedenleri daha kolay bulabilir, neyi değiştireceğimizi görebiliriz. Nedenler değişmezse, olaylar; olaylar değişmezse de sonuçlar değişmez. Dolayısıyla geçmişe saplanıp kalmak ve geleceğin kaygısına düşmek yerine kişiler “şimdi ve şu an” da kalmayı başarıp sorunları çözümleyebilmelidir.