Narsisizm kavramı psikoanalitik lügata ilk olarak Sadger sayesinde girmiştir. 1898 yılında Havelock Ellis’in “Narcissus-like” terimini kullanmasıyla psikoloji literatürü içerisindeki yerini almaya başlamıştır. Narsisizm kavramı, Yunan mitolojisindeki Narcissus’dan gelmektedir(Serbest, Aydoğan, 2016). Narsisizm; cinsel heyecanlarda kendini kaybetme, kişinin kendi bedenine aşık olması ve neredeyse tümüyle bu halle ilgili olma durumunu betimlemekteydi. 1899’da Nacke, Ellis’in makalesinin Almanca bir özetini yazdı ve bu özet içinde, kişinin kendi vücuduna cinsel bir objeymiş gibi davrandığı, cinsel bozukluğa işaret eden “Narcissismus” terimini kullandı (Timuroğlu, İşcan, 2008).
Temelini klinik kuramlardan alan narsisizm kavramı Freud’un ilgisini çekmiştir. Bunun sonucunda Freud ilk kez 1910 yılında Cinsellik üzerine Üç makale yayımlamış ve narsisizm teriminede bu üç makalesinde değinmiştir. Dört yıl sonra psikoanalitik teoriye büyük katkısı bulunan “on Narcissism; An Introduction” yazısını yayımlamıştır. Freud’a göre narsisizm; cinsel gelişimin bir dönemi olarak ele alınmıştır. Narsisizmden kişilik tipi olarak bahsetmesi ise 1931 yılında yayımladığı bir yazısında görülür (Timuroğlu, İşcan, 2008). Son yıllarda narsisizm kavramı sosyal psikologlarında dikkatini çekmiş ve birçok sosyal araştırmaya konu olmuştur. Yapılan araştırmalar erkek ve kadınların diğer insanlarla kurdukları ilişki içerisinde, benliklerini yüceltmeye çalıştıklarını göstermektedirler. Bu amaçla ilişkilerinde olumsuz yanlarını gizlemeye çalışırken, olumlu özelliklerine vurgu yaparlar. Çok sayıda araştırma olumlu yanılsamaların, ilişki uyumunu yordadığını desteklemiştir. Araştırmanın bulguları hem erkeklerin hem de kadınların sahip oldukları zihinsel yeteneklerini abarttıklarını; sadece erkeklerin kadınlara göre fiziksel çekiciliklerini abarttıklarına dikkat çekmiştir (Bozkuş, Araz, 2015).
Narsisizmin en belirgin özelliği; self’in (gerçek dünya da varolan diğer varlıklardan ayrı olarak yaşanan, algılanan ruhsal ve fiziksel, bütün bir bireyi kapsar-benlik) abartılı bir şekilde öne çıkarılması ve diğer bireylere duyulan ilginin azalmasıdır (Evren, 2012). Narsisizm, kısaca kendini aşırı beğenen, kibirli başkaları üzerinde otorite kuran, teşhirciliğe meyilli, kendini eşsiz ve diğer insanlardan üstün gören bireysel özellikleri ifade etmektedir. Psikologlar narsistik kişileri kendilerini dünyanın merkezinde gören, eleştiriye tahammül edemeyen, çevresindeki insanlara değer vermeyen, bulunduğu çevrede dikkat çekmeye çalışan, kendisine hayranlık duyulmasını isteyen kişiler olarak tanımlamaktadırlar (Serbest, Aydoğan, 2016). Sosyal psikoloji ve kişilik psikolojisi perspektifinden narsisizm, patolojik olması gerekmeyen kişilik özellikleriyle tanımlanmaktadır (Bozkuş, Araz, 2015). Bilimsel olarak araştırıldığında narsisizmin; patolojik (hastalık) olarak araştırılmasının yanında, normal narsisizmden de bahsedildiği görülmektedir. Her birey belirli bir dereceye kadar kendisine âşıktır ve bu konuda, diğer kişilerin kendisine hak vermesini bekler. Ancak benliğe duyulan ilgi ve verilen değerin, psikiyatrik tedavi gerektirecek şekilde yoğunlaşması, bir kişilik bozukluğu olarak patolojik narsisizmi ortaya çıkarmaktadır (Evren, 2012).