Özellikle ergenlik döneminde ortaya çıkan bir yeme bozukluğu olan anoreksiya nervozanın dünya genelinde bir salgın halinde yayıldığını vurgulayan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında medyanın çok önemli rolü olduğunu söyledi. Hastalığın ortaya çıkmasında hatalı aile tutumlarının etkisine de dikkat çeken Tarhan, “Medyadaki mükemmel vücut algısı çocukları ve gençleri etkiliyor. Moda dergisini aşırı okuyan bir çocuğun anoreksiya olmaması çok zor. Kız ya da erkek olması fark etmiyor. Medya güzeliği fiziksel görünüme indirgiyor. Oysa insanı güzel yapan dış görüntüsü değil, karakteri ve kişiliğidir. Maalesef sadece görselliğin ve estetik algının kutsallaştırdığı bir çağda yaşıyoruz. Anne ve babalar da medyanın bu hastalığını satın alıyorlar.” diye konuştu.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bir yeme bozukluğu olan anoreksiya nervoza hakkında değerlendirmede bulundu.
Yeme bozuklukları arasında bulunan anoreksiya nervozanın gelişmiş ülkelerde ciddi bir şekilde pandemi şeklinde yayıldığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Anoreksiya nervoza, özellikle ergenlik döneminde en çok genç kızlarda yaygın olarak görülen bir durum. Yaygınlaşmasının nedenleri araştırılıyor. Anoreksiya nervoza, 50 sene öncesinde de vardı ama bu kadar yüksek değildi. Bunun nedenleri de araştırılıyor.” dedi.
Anoreksiya nervozanın biyolojik temeli var
Anoreksiya nervozanın tek etkenli değil çok etkenli bir rahatsızlık olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir genetik boyutu var. Mesela çift yumurta ikizlerinde yapılan çalışmalar var. Ya da ailede yapılan aneroksiya araştırmaları var, bunlarda aneroksiya 10 misli daha fazla görülüyor. Aile içinde birinci derece yakınlarında olan aneroksiya nevroza yani yeme bozuklukları olan o kişide olma ihtimali 10 misli daha fazla yüksek çıkıyor. Bu da hastalığın biyolojik temelini gösteriyor.”dedi.
Anoreksiya nervozanın kültürel ve psikolojik boyutlarının da bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ayrıca nöro biyolojik ve nöro genetik temeli de var. Ortamı oluşturduğunuz zaman hemen ortaya çıkıyor. Bu yatkınlık genleri şöyledir: Mesela bir insanın akciğerinde kanser olmayla ilgili iki türlü gen vardır: Biri yatkınlık geni, diğeri kozatif gen yani sebep olan gen. Bir kişide ‘kozatif gen’ dediğimiz yani sebep olan gen varsa kişi 40 yaşına geldiği zaman sigarasını içmiyor, kendine iyi bakıyor ama pat diye akciğer kanseri başlıyor. Ama eğer kozatif gen yoksa yatkınlık geni varsa kişi sağlıklı yaşarsa yediğine içtiğine dikkat ederse, sigara içmezse akciğer kanseri başlamıyor. dedi.
Yanlış protein, yeme algısını bozuyor
Yeme bozukluklarında da aynı şekilde yatkınlık geni olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Fakat bazı durumlarda bu ortam şartları, kültürel şartlar, psikolojik şartlar hazır olduğu zaman o gen başlıyor, aşırı gen ifadesi yapıyor, yanlış protein üretiyor. Bu yanlış protein ne oluyor? Kişinin yeme algısı bozuluyor. Yemeyle ilgili açlık, tokluk duygusu bozuluyor. Örneğin kişide şişmanlama korkusu oluyor. Aşırı zayıflatma isteği oluyor, neredeyse tutku derecesinde. Kişide aşırı kilo almaktan korkma vardır. Ben öyle bir vaka bilirim ki 29 kilo olduğu halde aynanın karşısında geçerek ‘Ben 150 kiloyum’ diyordu. Bu kişi yalan söylemiyor, öyle algılıyor. Beyni ona ‘Evet sen 150 kilosun’ diyor. Halbuki kişi 29 kilo, beden kitle endeksi belli. Böyle bir durumda gerçeklerle yüzleştiği zaman bunu kabul etmiyor, inkar ediyor. Yok sayıyor bunu.”diye konuştu.
Böyle durumlarda kişinin beyninde beden imaj algısıyla ilgili sorumlu alanın kimyasının bozulmuş olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Beyin hatalı düşünce üretiyor, hatalı algı üretiyor. Öyle olunca kişi kendini çirkin algılıyor. Halbuki onun çok çok üstünde güzel. Bakıyorsunuz ‘Ben çok çirkinim’ diyor, aynaya bakmaktan korkuyor. Halbuki ortalamanın üzerinde bir yüzü ve bedeni olduğu halde kendini beğenmiyor.”dedi.
Sevginin fazlalığı bazen zarar veriyor
Bu durumun oluşması için de kişinin belli bir ortama ve şartlara sahip olması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Nasıl ki akciğer kanseri için yatkınlık geni varsa sigara içtiğin zaman tetikliyorsun onu. Burada da psikolojik olarak, sosyolojik olarak, kültürel olarak, aile olarak bunu tetikleyen anne babaların hatalı tutumları var. Toplum tutumları ve hataları var. Sevgi yoksunluğu önemli bir etken ama o yetmiyor. Bazen sevgi fazlalığı da zarar veriyor. Fazla seviyor, çok seviyor fakat çok kontrol ediyor. Aile temelli tedaviler yapılıyor. Aile temelli tedavilerde sevgi çok ama anne ve baba katı tutumlu ve kontrollü. Sanki anne değil de komutan. Sevgisini belli etmiyor, proje çocuk geliştiriyor. ‘Şöyle olmalısın böyle olmalısın, sakın kilo almamalısın’ diye telkinde bulunuluyor.”dedi.
Yemek yememek çocuğun kendini kanıtlama alanıdır
Bu tip annelerin sürekli küçük yaştaki çocuğun peşinde elinde tabakla arkasında dolaştığını vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “O çocuk için de yemek yememek en önemli kanıtlama alanıdır. Anne ve babaya kendini kanıtlamak için yememe duygusu gelişir. Anneye karşı hem sevgi vardır hem öfke vardır. Anne sevgiyle yapıyor ama sevgi ve baskıcılığı bir arada yapıyor. Sevgi ve baskı bir arada olduğu zaman birçok psikiyatrik hastalığa kapı açıyor. Kimi zaman intihar vakalarının da arkasında sevgi ve baskıcılık vardır.” dedi.
Çocuk ebeveynleriyle savaşa giriyor
Ailede uyguladıkları aile kişilik testleri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu testlerle çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişki modelinin belirlenme ve tespiti sağlandığını söyledi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:
“Çocuk ve ebeveyn ilişkileriyle ilgili anne baba parental ilişki ölçekleri vardır. Mesela orada aile içerisinde demokratik tutum var mı, ebeveyn otoriter mi totaliter mi, yoksa ailede demokratik işleyiş var mı şeklinde bunlara bakılıyor. Ailede demokratik işleyiş varsa bu tarz olaylar daha kolay çözülüyor. Ailede sevgiyle birlikte katı tutum varsa çocuk böyle durumlarda anneye babaya karşı çıkamıyor, direkt itiraz edemiyor çünkü sevdiğini biliyor. Ama ne yapıyor? Anne babanın çok önem verdiği konu nedir? Kilo almama ve güzel görünme konusu. Çocuk orada tepki alanı seçiyor. Çocuk anneyle yedin, yemedin şeklinde bir savaşa giriyor. Kimi zaman babayla da bu savaşı yaşayabiliyor. Ebeveyn çocuk savaşları oluyor.”
Sevginin doğru zamanda, doğru şekilde, doğru biçimde ve doğru dozda verilmesi önemli
Böyle durumlarda çocuğun kendi bireyselliğini ve bağımsızlığını varoluş anlamı olarak kattığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu bağımlılıkta olabiliyor bazen. Onun için sevgi önemli ama sevginin doğru şekilde, doğru zamanda, doğru biçimde ve doğru dozda verilmesi önemli. Doğru dozda verilmesi önemli. İçe içe olan sevgi su gibidir. Çok verilirse de bozarsınız. 2-3 kişilik sevgiyle büyütüyorsunuz, disiplini gevşek tutuyorsunuz, çocuk böyle durumlarda hiçbir şey yapmaz. Tamamen isyankar bir kişilik geliştirir.”uyarısında bulundu.
Çarpık beden algısında kişi kendini çirkin görür
Aneroksiya nervozanın iki tipi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kısıtlayıcı tipte çarpık beden algısı vardır. Kendilerini zayıf görürler. Çirkin görürler, beden imaj algılarını çirkin görürler, bedenlerini beğenmezler ve kilo alma korkusu yaşarlar. Hayatlarının 60 dakikasından 50 dakikası bu konuyu düşünmekle geçer. Bu kişilerin beden kitle endeksi de düşüktür. Bu kişiler yemek yemeyi kısıtlarlar. Tek başına yemek yemeyi tercih ederler ki kimse karışmasın. Yemeklerini küçük küçük parçalara bölerek yerler. Küçük bir makarnayı bile bölerek yerler. Kalori hesabını çok yaparlar. Kalori yakmak için de aşırı spor yaparlar. İdrar söktürücü alırlar ya da müshil kullanırlar.” dedi.
Yeme bozuklukları arasında bir de bulimia nervoza olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bunda da tıkınırcasına yeme bozukluğu vardır. Abartılı bir şekilde yerler ve sonra da müthiş bir pişmanlık duyarlar. Tuvalete giderek kusarlar. Bu da beynin ödüle doymamasıyla ilgili ortaya çıkan bir durumdur. Onun için bağımlılığa ödül yetmezliği sendromu deniyor. Burada da kişide bu yeme duygusunu yönetememe vardır.”dedi.
Nöromodülasyon tedavileri uygulanıyor
Anoreksiya nervozada gerçeklik algısı bozulan kişinin yatarak tedavi edildiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu kişiler hastaneye yatırılıyor ve yeni tedavi yöntemleri uygulanıyor. Nöromodülasyon tedavisinde beynin derinliklerine uyarı verilerek kişinin açlık-toklukla ilgili alanları uyarılarak kişinin bozulan kimyasının düzeltilmesi hedefleniyor. Bir nevi beynin altyapısı düzenleniyor. Beynin özellikle estetik algılama ile ilgili alanlarına müdahale ediliyor. Türkçe’de Derin TMU tedavisi olarak adlandırılıyor.
Üç ayaklı tedavi uygulanıyor
Yeme bozukluklarının önlenmesi için aile bağları ve aile ilişkilerinin düzeltilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bazı annelerde narsisizmin puanı öyle yüksek oluyor ki yani egosu yüksek anneler bunlar. Sevgi var ama annede ego yüksek, narsist. Çocuğunu sanki çocuğu değil, uzvu gibi görüyor. Çocuğu köleleştirmiş. Çocukla anne arasında köle-efendi ilişkisi var. Böyle olunca da çocuk bireyselleşemiyor, özgürleşemiyor. Hastalığa sığınıyor çocuk.” dedi.
Bu gibi durumlarda ailenin tüm fertlerinin tedavi altına alındığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bütün aileyi ele alıyoruz. Onun için burada üç ayaklı tedavi diyoruz. Doktorların yapacağı var, hastamızın yapacağı var, bir de ailemizin yapacağı var. Aileyi de durumuyla yüzleştiriyoruz. Bu süreçlerin tümü zaman ve emek isteyen bir şey. Bu alandaki psikologların bu konuda deneyimli terapistler olması lazım.” dedi. Yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında medyanın da çok önemli rolü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Medyadaki bu mükemmel vücut algısı çocukları ve gençleri etkiliyor. Moda dergisini aşırı takip eden bir çocuğun anoreksiya olmaması çok zor. Kız ya da erkek olması fark etmiyor. ‘Mükemmel vücut budur’ diyor. Medya güzeliği fiziksel görünüme indirgiyor. Oysa insanı güzel yapan dış görüntüsü değil, sevimliliği, karakteri ve kişiliğidir. Bir insanı güzel yapan fiziksel görünümün payı yüzde 20’dir. Yüzde 80’i ise davranışları, huyu, karakteri, konuşması ve sohbetidir. Yani onun insani davranışlarıdır. Maalesef sadece görselliğin ve estetik algının kutsallaştırdığı bir çağda yaşıyoruz. Anne ve babalar da medyanın bu hastalığını satın alıyorlar.” diye konuştu.