Günümüzde migren, eskisine oranla daha sık görülmektedir. Bayanlarda görülme sıklığı daha fazladır. İlk tanının konduğu andan itibaren ilaç tedavisine başlanmış olmasına rağmen, hastada gözle görülür bir iyileşme olmaz ve zaman içinde defalarca hekime başvurma zorunluluğu ortaya çıkar. Hemen hemen her başvuruda, bir önceki kullanılan ilacın ya kendisi değiştirilir ya da dozu arttırılır; ama, belli bir süreden sonra bu ilaç değiştirmeler de işe yaramaz hale gelir. Hasta zamanla kısır döngü içine girer. Bu kısır döngülü yaşam yıllarca devam eder. Sonuçta hasta da ister istemez; bıkkınlık, ümitsizlik ve belirsizlik duyguları gelişir. Peki, bu duyguları sadece hasta mı yaşar? Ne yazık ki, aynı duyguları o hastanın tedavisini üstlenen hekimler de yaşar. Çünkü, hekim de artık tıkanma noktasına gelmiştir, çaresiz kalmaya başlamıştır ve hastasına tam anlamıyla faydalı olamamanın memnuniyetsizliğini yaşamaya başlamıştır.
Gördüğümüz gibi; ne hasta ne de tedaviyi üstlenen ve hastasını iyileştirmek için çırpınan hekim memnundur. Çünkü, biz hekimlerin memnuniyeti ve mesleki doyum duygusu, hastalarımızı tedavi edebildiğimiz oranda artar. Aksi halde, bizler de aynen hastalarımız gibi mutsuz oluruz. Çünkü hepimiz insanız ve migren, her hastalıkta olduğu gibi meslek ayırdetmemektedir. Bu nedenle migren; gerek hastayı, gerekse hekimi zora sokan, karşılıklı memnuniyetsizliklere sebep olan ve sabrın sınırlarını zorlayan bir hastalıktır.
Migrende akupunktur tedavisini uygularken, asıl hedef kalıcı tedavi sağlamak ve hastayı ilaç bağımlılığından kurtarmaktır. Burada önemli olan; tedavi boyunca son derece sabırlı olmaktır. Çünkü, hastalık hem kronik bir hastalıktır; hem de beyin, ağrı bilgisini kaydetmiş durumdadır. İşte bu şartlarda; öncelikle kaydedilmiş olan ağrı bilgisinin, beynin izin verdiği yere kadar silinmesine yönelik tedavinin uygulanması çok önemlidir. Tedavinin yönünü ve gidişatını belirleyen kısmı burasıdır.