Belli bir miktar kaygı normal ve gereklidir. Bu anlamda bizi korumak ve hayatta kalmamızı sağlamak için varoluşsal olarak gerekliliği vardır. Örneğin, haftaya sınavınız olsa ve oldukça rahat olsanız hazırlık yapmayacaksınız. Sınavın sizin için bir önemi olmayacak ve önlem almayacaksanız. Düşünün otobanda karşıdan karşıya geçiyorsunuz. Bir miktar kaygı ve korkunun olması sizi hızlandıracak alarm durumuna geçirecek ve bedensel olarak önlemler alınacaktır. Sonuçta koşacaksınız. Kaygı olmasaydı, tehlike riskini iyi hesaplamayan beyin korkmayacak ve oldukça rahat karşıya geçecektiniz. Tabi bu esnada da tehlikelere açık olacaksınız. Bir miktar kaygı normaldir ve hayatta kalmak için bile gereklidir. Vücudumuzda iki önemli sinir sistemi vardır.
a) Sempatik sinir sistemi
b) Parasempatik sinir sitemi
Beyinde bir korku ya da kaygı algıladığında öncelikle savaş ya da kaç yanıtının ortaya çıkaracaktır. Beyinde oluşan stres bazı kimyasalların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu da ilk başta sempatik sistemi aktive edecektir. Sempatik sistem savaş yada kaç reaksiyonunu yapan sistemdir. Bu sistemin aktive olması ile beyin daha da alarm sisteminde kalacaktır. Aynı zamanda salgılanan kimyasal maddeler aracılığı ile beden de bundan etkilenecektir. Kalp çarpıntısı, hızlı soluk alıp verme, kaslara kanın fazla gitmesi mide bağırsağa az kan titreme veya titreme, terleme, baş dönmesi, kas gerginliği, nefes darlığı ve bulantı gibi bedeni savaş yada kaça hazırlayacaktır. Bu sistemi düzenleyen sempatik sinir sistemidir. Diğer yandan tehlike geçtiğinde ise bu sistemin devam etmemesi gerekir. Bu nedenle de devreye parasempatik sistem girer. Kalp rahatlar bağırsak sistemi kaslar rahatlar beyin rahatlar. Kaygı bozukluklarında ise bu sistemler daha farklı çalışmaktadır. Kaygı yönetilemez hale gelir, parasempatik sistemin çalışması neredeyse bozulmuştur. Hayatı işlevselliği etkileyen bir hastalık haline gelmiştir.
Herkes kaygı belirtileri yaşar, ancak genellikle ara sıra, kısa sürelidir ve sorun yaratmaz. Ama ne zaman anksiyetenin bilişsel, fiziksel ve davranışsal belirtileri kalıcı olur ve şiddetli kaygı bir kişinin sıkıntısına ve günlük işlevselliğinin kaybına neden olur ise o zaman bir hastalık ya da başedilmesi gereken bir durumdan bahsetmek gerekir.
Her duygu belli düzeylerde olağandır, insanidir. Korku ve kaygılar olmadan yaşamak mümkün değildir. Belli düzeylerde korku ve kaygı da yukarıda da belirtildiği gibi yaşamda kendimizi korumamıza, hayatta kalmamıza, sorunlarla başedebilmek için harekete geçebilmemize, motive olabilmemize yardımcı olur. Korku, kaygı belli düzeylerde insani, olağan bir duygu olmakla birlikte hatta bize tehlikeli durumlarda korunmamız için motivasyonumuzu arttıran, fayda sağlayan hayatımızı devam ettirebilmemiz için gerekli bir duygudur.
Peki, ne zaman hastalık haline gelir?
Olağan kaygıdan kaygı bozukluğuna geçildiği nasıl anlaşılır?
Ana ayırım noktası kaygı bizim günlük yaşamda iş, akademik, sosyal vs işlevselliğimizi bozuyor mu bozmuyor mudan geçer.
Bozmuyor ise ve kaygının yarattığı sıkıntı, huzursuzluk gibi belirtiler ve çarpıntı, nefes darlığı vs gibi bedensel belirtiler şiddetli değil, baş edilebiliyor ve günlük yaşama motivasyon olarak yansıyor ise olağan düzeyde kaygı olarak değerlendirilir. Ancak kaygıdan dolayı kişi işine odaklanamıyorsa, sosyal hayatında önceden yaptıklarını yapamıyorsa, akademik performansı düşmüşse, çocuklarına karşı önceki tahammül ve ilgi düzeyinde düşme varsa, özetle işlevselliğinde bozulma var ise, kaygının getirdiği gerek sıkıntı, huzursuzluk, heyecan gibi emosyonel belirtiler, gerek terleme, çarpıntı, titreme gibi bedensel belirtiler şiddetli ve yaygın ise anksiyete bozukluğu açısından değerlendirilmelidir.