Karaciğer içinde gelişen kistler, genellikle içi sıvı ile dolu, çoğunlukla kanserle ilişkisi olmayan kese şeklindeki yapılardır. Karaciğerde görülen kistleri basit kistler, çoklu kistlerle seyreden genetik hastalığa bağlı ortaya çıkan kistler, parazitlere bağlı ortaya çıkan kistler ve kötü huylu hastalıklarla ilişkili kistler olarak ayırabiliriz.
Basit kistler, toplumda %2-3 oranıyla tüm karaciğer kistleri arasında en sık görülen kistlerdir. Doğumsal olabildiği gibi çeşitli nedenlerle doğum sonrasında da oluşabilirler. Tek veya çoklu olarak görülebilirler. Boyutlarındaki artışa bağlı olarak ortaya çıkabilecek ağrı veya karaciğer fonksiyonlarında bozulma gibi belirtilere yol açmadıkları sürece tedavi edilmelerine gerek yoktur.
Çoklu kistlerle karakterize (polikistik) karaciğer hastalığı genetik geçişli bir hastalık olması nedeniyle mevcut bir ilaç tedavisi yoktur. Bunun yanında olguların çoğunda eğer karaciğer fonksiyonu korunmuşsa tedavi edilmelerine de gerek yoktur. Polikistik böbrek hastalığı ile çoğu zaman birlikte görülürler.
Parazitlere bağlı olarak ortaya çıkan kistler çok fazla dile getirilmese de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde hala azımsanmayacak boyutta problem oluşturmaya devam etmektedir. Elverişsiz hijyen koşullarından dolayı aslında bir hayvan hastalığı olan bu zoonozların insanlarda görülme sıklığı gelişmiş ülkelerde neredeyse % 0’lara indirgenmiştir. Hidatik kistler ve Alveolar kistler karaciğer ön planda olmak üzere bütün vücutta yerleşebilirler.
Karaciğerin kendisinden veya diğer organlarda ortaya çıkan kanserlerden kaynaklanan kist yapısındaki yayılma veya dağılma (metastaz) kistleri ise diğerlerine göre çok çok daha nadir olarak görülmektedir.
İster genel kontrol (check-up) sırasında, ister tesadüfen başka bir nedenle yapılan karın bölgesinin ultrasonografik incelemelerinde tespit edilen karaciğer kistlerinin yukarıda bahsedilen gruplardan hangisine dahil olduğunun “doğru” olarak ortaya koyulması hem hasta için hem de ilgili hekim için çok önemlidir.
Tekrar vurgulanması gereken aslında bu aşamada tanının doğru olarak koyulmasıdır. Karaciğer, safra yolları konusunda uzmanlaşmış cerrah, gastroenterolog, radyolog ve patologdan oluşan deneyimli bir ekip doğru tanıya açılan gerçek kapıdır. Elde edilen iyi bir ultrasonografi incelemesi ve yorumu çoğu kez yeterli olabilirken takibin sadece radyoloji uzmanı tarafından yapılmasının yeterli olmayacağı da açıktır. Klinisyen ekip bütün bulguları yan yana getirerek ileri görüntüleme ve yine radyoloji uzmanının görüşünü alarak şüpheli durumlarda biyopsi kararı almalıdır.
Genel uygulamada sıklıkla görülen ise kistik lezyonun ya çok “hafife alınarak” önemsiz olarak tanımlanması ya da gereğinden fazla büyütülerek biyopsi kararının alınmasıdır.
Aslında karaciğer kistinin olduğunun tespit edilmesinden sonra deneyimli bir ekip değerlendirmesi ile doğru tanıya %99 oranında ulaşılabilir. Çok çok nadiren görüntüleme ve laboratuar yöntemlerle şüphede kalınması sonrasında biyopsi kararı alınır.
Çoğu zaman alınan takip kararı esasında kist yapısında meydana gelebilecek değişikliklerin takibi ve tanının daha da isabetli hale gelebilmesi için başvurulan tıbbi bir yöntemdir.
Her zaman aktarmaya çalıştığım gibi hastanın sorumluluğunu üstlenen hekim ayrıntılı bilgi vermek ve olasılıklarla ilgili hastayı aydınlatmakla yükümlüdür.
Biyopsi kararı alınıp hemen sonuca ulaşmak iyi bir yöntem gibi görünse de çoğu zaman gereksiz riskleri hastaya yüklemek anlamına gelir.
Sağlıklı günler dilerim.