Son araştırmalar tüketilen gıdaların genlerimizle bir anlamda konuştuğunu ve onların mesajlarının bağışıklık sistemimizi kapatıp açabildiğini gösterdi. Özellikle yüksek oranda karbonhidrat ya da şeker içeren beslenmenin kanser riskini arttırdığı bilimsel çevrelerde daha yüksek sesle dile getirilir oldu.
Çevre, egzersiz, stres, meditasyon, maneviyat ve diyet gibi epigenetik değişkenler DNA’da dış değişikliklere yol açabilmektedir. Özellikle kanseri doğrudan olmasa bile dolaylı olarak besleyen şeker ve glikoz meselesi çok yoğun tartışılmaya devam ediyor. İnsülin hormonu, glikoz ve şekerin hücrelere girmesini sağlayan bir tür refakatçidir. Kanda şeker olduğunda insülin üretilerek şekerin hücreye girip mitokondride enerji üretiminde kullanılmasını sağlar. Çok fazla şeker, kan şekerini ve insülin seviyelerini arttırır. Zamanla normal sağlıklı hücreler ihtiyaçtan fazla olan şekeri alamaz. Hücrenin zarındaki insülin reseptörleri insüline yanıtsız hale gelir ve artık yanıt vermez. Bu durumda insülin direnci gelişir. İnsülin direnci de şişmanlık, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği ve kanser riskinde artış ile ilişkilidir.
Kanser hücreleri çok yakıt (şeker) tüketmesine rağmen kötü randıman (enerji) veren eski tip motor gibidir. Yakıta çok daha fazla ihtiyacı olduğu için kanser hücrelerinin yüzeyi insülin reseptörleriyle çevrilidir ve sağlıklı hücreden onlarca kat daha fazla şekeri hücrenin içine alırlar. Bu nedenle sağlıklı hücrelerde insülin direnci gerçekleştiğinde dahi kanser hücreleri şekeri içeri almaya devam ederler. İnsülin kanser hücresinin içine şekeri salar ve bu durum kanser hücresinin çoğalmasını sağlayan genlerin açılmasına neden olur. Bilim adamları bu etkiyi ‘’gaz pedalindaki bir ayak gibi’’ kanser hücresinin büyümesini tetikleyen bir etki olarak tarif etmektedir.
Peki ’’eğer yediğimiz besinler kanser genlerini kapatabiliyor ve tümör baskılayıcı genlerini açıyorsa ne yenmesi gerekir ?’’ . Bu sorunun cevabı ise; gökkuşağı gibi farklı renklerden bol miktarda sebze tüketilmesidir. Sebzeler, fitokimyasallardan zengindir ve bunlar bitkileri çevreden, stres faktörlerinden, güneşten, toksinlerden ve daha birçok şeyden korur. İnsanların sağlıklı olmak için fitokimyasallara ihtiyaçları vardır. Onlar genlerimize etki eder, bağışıklığı güçlendirir, detoksifikasyonu sağlar, kalp sağlığına olumlu etki eder, östrojen metabolizmasının sağlıklı olmasını sağlar, iltihabı önler ve barsaklarımızdaki yararlı bakterileri beslerler.
Sağlıklı diyetin diğer bileşenlerini ise yağlar ve proteinler oluşturur. Bu konudaki sağlıklı seçim ise avokado, balık, yağlı tohumlar (fındık, ceviz), çekirdek, fındık yağı ve organik tereyağı gibi yağ içeren besinleri tüketmektir. Bunlara ek olarak zeytinyağı, keten tohumu yağı, hindistan cevizi yağı-sütü ve avokado yağı diğer iyi seçimlerdir.
Protein kaynakları ise yumurta, balık, kırmızı et, tavuk, hindi etleridir. İşlenmemiş günlük süt, yoğurt ve peynir diğer protein kaynaklarıdır. Tahıllar da protein içermektedir. Hayvansal protein kaynakları serbest gezinen ve organik olanlardan tercih edilmelidir.
İnsanların hafife aldıkları beslenme konusuna gereken önemi vermeleri ve bu konuda bilinçlenmek için doğru kaynaktan yardım almaları gerekmektedir. Kanserde de doğru beslenme stratejilerinin geliştirilmesi, tıbbi tedaviyle etkileşebilecek besinlerden ve bitkilerden uzak dururken, yardımcı olacakların programa dahil edilmeleri yarar sağlayabilmektedir.
Prof Dr Canfeza Sezgin
İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı