Cinselliğin hem kadınlar hem de erkekler için oldukça önemli olduğu bilinen bir gerçektir. Literatüre bakıldığında ve cinsellikle ilgili parametreler incelendiğinde cinselliğin ve cinsel ilişkinin türün devamını sağlaması fonksiyonu bir yana, bireysel olarak yaşamsal bir işlevi olmadığı ancak kişilerin yaşam kalitesini oluşturan temel bir bileşen olduğu bilinmektedir. Bu kadın için de erkek için de geçerli olan bir gerçektir. Kadınlar için cinsellik, deneyime bağlı olarak bazen hoş, sıcak bir yakınlaşma olurken bazen de bir zorunluluk dolayısıyla da çekince ve hatta tiksinme kaynağı olarak yaşanır.
Öncelikli olarak kısaca kadınların cinsel gelişimine bakacak olursak; biyolojik cinsiyetin anne rahmine düşülen andan itibaren belirlendiğini ifade edebiliriz. Çocukluk döneminde en önemli olay ise cinsel kimliğin ortaya çıkış sürecidir. Çocukluk döneminde cinsiyete yapılan vurguların yetişkinlik yaşamında kişileri etkilediği pek çok kuramla kanıtlanmıştır. Çocukluk çağının sonlarında ise ergenlikle birlikte cinsel farklılaşma ve farkındalık kazanma sürecine geçilir. Bu dönemde ergen bulduğu her kaynaktan cinselliği öğrenmeye çalışır. Bu dönemde doğru cinsel bilgilerin edinilmesi cinsel gelişimi için oldukça elzemdir.
Bireylerin cinselliğe ilişkin bakış açısını içinde yaşanılan kültür, dini inanışlar, toplumun değer yargıları, toplumun cinsellikle ilgili yanlış bilgi ve inanışları etkilemektedir. Cinsellik sadece iki kişi arasında yaşanan mahrem bir olgu olması gerekirken, günümüzde toplumsal, sosyal pek çok etkeni içinde barındırır. Bu konu hakkında bu kadar sorun yaşanıyor olmasının da en önemli sebeplerinden biri bunun mahrem olarak yaşanmaması; toplumsal bir olgu ve kültürel dayatmaların baskısı altında yaşanıyor oluşudur. Yani erkek egemenliğinin göstergeleri kadın cinselliğine de yansır ve cinsellik kadınların ve erkeklerin toplumsal konumlarının kurucu bir bileşeni halini alır.
Kadın ve erkek arasındaki farklar sadece biyolojik, fizyolojik ya da psikolojik değil aynı zamanda kültüreldir. Çoğu zaman kadına ya da erkeğe atfedilen özelliklerin kültür içinde tanımlanmış bir yeri bulunmaktadır. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsellik gibi kavramları içine alan “cinsiyet kültürü” şeklinde adlandırılan kavram toplum içinde cinselliğe yönelik nitelemeleri ve değerlendirmeleri kapsamaktadır. Bir toplumda kadına ya da erkeğe yönelik tanımlamaları, bunlarla ilişkin davranış kalıplarını, cinsiyete dayalı kimlikleri, cinslerin birbirlerine karşı olan davranış biçimlerini, tutumları, evlenme adetlerini, aile tiplerini de içine alan çok geniş bir alanı ifade eder. İnsanların hayatlarını sürdürürken bu değerlere duyarsız kalması mümkün değildir çünkü içinde yaşanılan toplumun değer yargılarını büyürken içselleştirilir ve ilerideki yaşantılarımızda bunlara uygun bir şekilde yaşamak (kişiler için daha kolay olduğu için) tercih edilir. Yani cinsellik hem toplumsal alanı etkileyen hem de ondan etkilenen bir olgu olarak kadının yaşamında önemli bir rol oynar. Kadının cinselliği, kendisinin ve partnerinin bulunduğu çevreden ve normlarından oldukça etkilenir.
Ataerkil bir toplumda kadından beklenen rol, saflığın korunmasıdır. Daha küçücük bir çocukken kendi bedenlerinin aileleri açısından ne anlama geldiğini öğrenen çocuklar onu titizlikle koruması gerektiğini öğrenir. Erkek çocuğuna göster oğlum diye yaklaşan anne baba kızının kazayla bir yeri açıldığında bile tepki gösterir. Anne baba da öyle yetiştiği için normal sayılan bu normu erkek ya da kız çocuk da içselleştirir. Kendi bedeni konusunda hassas olması, onu koruması, ya da kendisi koruyamıyorsa bu denetimi bir erkekle paylaşması gerektiği konusunda açıktan ya da dolaylı olarak bilgilendirilir. Bu kız çocukları erişkin olduktan sonra da doğal olarak hissedecekleri cinsel arzularını bastırırlar. Cinsel ilgi ve ilişkilerin hepsi çocukluk döneminden kalma suçluluğu ve utancı ortaya çıkarır. Utanma ile birlikte anılan cinsellik kadının, cinselliği utanç olarak algılamasına neden olur. Bu temele eklenen toplumsal öğeler, kadın cinselliğini ve cinsel davranışlarını belirler.
Kadınların kendi bedenleri ile ilişkileri sadece bizim toplumumuzda değil pek çok modern toplumda olumsuzdur. Bir erkek bedeninden nasıl haz alacağını çok erken yaşlarda keşif ederken, çoğu kadın bedeninden nasıl haz alacağını keşfetmeden doğar, büyür, doğurur ve ölür. Kadınların cinselliği istememeleri, sadece yanıt vermeleri beklenir. Kadınlar erkekte neyin cinsel olarak uyarıcı bulduklarını söylemekten kaçınır, hazlarını arttıracak aktif tutumlar almaktan çekinirler.
Modern toplumlarda cinselliğin anlamı da kadınlar için oldukça farklıdır. Kadınlar cinselliği ilişkisel olarak yaşamaya odaklanmışken, erkekler daha çok haz odaklı yaşarlar. Yani kadınlar cinsel ilişkiyi sevgi, şefkat ve arzunun içinde olduğu bir bütün olarak yaşamaya meyillidirler. Dolayısıyla aslında odaklandıkları nokta tek başına haz değil, daha çok içinde bulundukları ilişki ve kendilerini ilişkide nasıl hissettikleridir. Yine bu odaktan gidecek olursak; kadınların cinsel ilişkiyi bütünleştiren tavrı ve tarzı cinselliği daha doyumlu yaşamalarını sağlamalarına hizmet edecek bir potansiyel kaynağıdır. Ancak bu kaynağı çoğu kadın tam anlamıyla kullanamaz. Bu durumun getirdiği bir paradoks da elbette vardır; kadınlar için duygusal yakınlık daha önemli olduğu için ilişki içinde yaşadıkları kızgınlık, kırgınlık ya da hayal kırıklığı gibi duygularını cinsel ilişkilerine de yansıtırlar ve bu durum cinsel işlevlerini olumsuz yönde etkiler.
Ülkemizdeki cinsellikle ilgili genel duruma bakıldığında kadının toplum içindeki yerinin cinsel deneyimsizliği ile belirlendiğini ifade edebiliriz. Kadının cinsel olarak erkekler ve toplum gözünde kıymetli, sevilebilir, evlenilebilir olması için “namuslu” olması gerekir. Bu kadına yönelik cinsel deneyimsizliğin ödüllendirilmesi, aynı zamanda cinsel deneyimin de cezalandırılmasını beraberinde getirir. Buradan gelmek istediğim konu kadın cinayetleri, genç kadınların intiharı olguları değil; bu olguların satır arasında geçiştirilemeyecek kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Bu durumun kadın cinselliğine etkisi; diğer kadınlara gözdağı vermesidir. Kadının kendi seçtiği kişi ile ilişki yaşamasının engellenmesi bastırılmış bir kadın cinselliği yaratır. Yine bu odaktan gidecek olursak aslında kadın cinselliği için en önemli sorunlardan birinin kadın cinselliğinin “haz” odaklı olmamasıdır. Cinsel haz erkekler için olduğu kadar kadınlar için de gerekli ve önemlidir. Sağlıklı bireyler, sağlıklı ilişkiler, sağlıklı evlilikler ve sağlıklı bir toplum için kadın cinselliğinin de hak edilen şekilde yaşanması oldukça önemlidir.
Yapılan çalışmalarda kadınların %30-60’ ında yaşamları boyunca en az bir cinsel sorun yaşandığı tespit edilmiştir. Kadınların en çok istek ve uyarılma konusunda sıkıntı yaşadığı belirlenen başka konulardan biridir. Bunun kaynağını düşündüğümüzde de yine yukarıda söz edilen konuların etkili olduğunu görürüz.
Konu cinsellik ve cinsel sorunlar olduğundan biyolojik-psikolojik gibi bir ayrım öncelikli olarak yapılsa da bu duruma multi-disipliner olarak bakmak daha sağlıklı olacaktır. Biyo-psiko-sosyal bir modelle yaklaşmak hem tanı hem de tedavi için oldukça elzemdir. Cinsel sorunlar değerlendirildiğinde en çok psiko-sosyal nedenlerin rol oynadığı görülmektedir. Psikolojik nedenlerin kişilerin geçmiş yaşantısından gelen sıkışmalar ya da partnerle olan problemler olarak çerçeveleyebiliriz. Sosyal nedenler ise daha çok toplumsal normların getirdiği sıkışmışlıklar ve cinsel eğitimin yetersiz oluşudur.
Cinsel problemler aslında toplumun pek çok bireyini ve genelini etkileyen önemli sorunlardır. Bunlara karşı daha duyarlı olmak, normlarımızı biraz daha esnetmeye çalışmak ve cinselliği iki birey arasındaki bir mesele olarak görmek sorunun azalmasına yardımcı olur. Unutmamalıyız ki; “Cinsellik bacaklarımızın arasında değil, kulaklarımızın arasındadır (Zildberg).”