Kadındaki Erkek, Erkekteki Kadın…

Jung, tarih başından itibaren insanın ortak, evrensel bir bilinç dışı olduğunu ve bu bilinç dışının da nesilden nesile aktarıldığını öne sürer. İnsanın doğuştan, hiçbir deneyim kazanmadan atalarından miras aldığı ve ruhsal kalıtımla edindiği bir takım modellere ‘arketip’ adını verir.Bu arketiplerden biri olan ANİMA ve ANIMUS

Uzm. Kl. Psk. Yağmur Uncu

Başka bir deyişle kadındaki erkek benliği olan ‘animus’ vardır, erkekte de kadın benliği olan ‘anima’. Aslında özetle ‘her insan çift cinsiyetlidir’ demektedir, JUNG. Kadındaki erkek duygularını temsil eden animus , kadında geri plandadır, böylece kadında dişil duygular baskındır.Erkek ise kadınsı duyguları temsil eden anima geri plandadır ve erkeksi duygular baskındır.

Erkeğin tümüyle erkek, kadının da tümüyle bir kadın olmadığı paradoksal gözükse de, ancak bir kişide hem dişi hem de erkeksi eğilimler bulunması olağandır. Erkeklerin en “erkek” olanı çocuklara, karşı çok nazik olabilir ya da en mantıklı erkekler özel yaşantılarında tutkulu duygulara kapılarak denetimi yitirebilirler ve hem duygusal hem de akıldışı davranabilirler. Bütün bunlar bir erkekte daha açık bir anlatımla “efeminelik” denilen kadınsı özellikler olarak kabul edilmektedir. Erkekteki bu gizli kadınlık, erkeğin bilinçdışında varolan kadının kollektif bir imajı, kadın doğasını kavramasına yardımcı olan “anima”sıdır. Fakat erkeğin bu biçimde kavradığı yalnızca genel olarak kadındır. Çünkü bu imaj bir arketip, erkeğin kadınla yüzyıllar boyu süregelen deneyimidir.

Her ne kadar birçok kadın en azından dış görünüş olarak bu imaja uyarsa da, bu imaj, hiçbir bakımdan birey olarak bir kadının gerçek karakterini temsil etmez. Bu imaj erkeğin tüm yaşamı boyunca, kadınlarla olan gerçek ilişkileriyle bilinçli ve hissedilir bir duruma gelir. Erkeğin bir kadınla ilk ve kendisini biçimlendirmede en güçlü deneyimi annesidir. Annelerinin büyüleyici etkisinden sonuna kadar kurtulamayan erkekler vardır. Fakat bu deneyiminin öznelliği yalnızca annenin nasıl davrandığı değil, çocuğun annesinin davranışını nasıl hissettiğidir. Her çocukta bulunan anne imajı, annenin doğru bir portresi değil, bir kadın imajı yaratmada doğuştan varolan kapasitenin yani “anima”nın ortaya çıkardığı ve renklendirdiği portredir. Sonra bu imaj, erkeğin yaşamı boyunca ilgi duyacağı kadınların üzerine yansıtılacaktır. Belki her erkek her kadında Annesini arayacaktır. Doğaldır ki, bu da sayısız yanlış anlamalara yol açacaktır. Çünkü, erkeklerin bir çoğu kendi kafalarındaki kadın portresini farklı bir başka kadına yönelttiklerinin farkında olmazlar. Açıklaması güç birçok ilişki ve düş kırıklığıyla sonuçlanan evlilikler bu yüzden ortaya çıkar. Bu yansıtma olayı akılcı biçimde denetlenemediğinden, yansıtmayı erkek bilinçli olarak kendisi yapmaz, kendiliğinden erkeğin içinde ortaya çıkan bir olaydır. “Her anne ve her sevgili, erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman var olan, bu öncesiz imajın taşıyıcısı olmak zorunda kalır.

Exit mobile version