İnsan Olmak
Ne gariptir insan olmak. Edebiyat, tıp, psikoloji, felsefe, sosyoloji ve sanatın birçok dalı hep insanı arar, inceler, merak eder, keşfeder. Keşif kelimesi içinde “oldu bittiyi” çağrıştırır belki ama insan araştırmakla bitmez.
Bunca bilim insanı,araştırma,düşünür çeşitli sonuçlar elde etmekte ve bize kendimizle ilgili bilgiler sunmaktadır. Peki buradan yola çıkarak şunu sorabilir miyiz? İnsan kendini tam olarak bilebilir mi ? Kendini keşfi mümkün müdür ? Bu sorulara evet demek pek mümkün gözükmüyor değerli okurlar.
İnsan yaşamı boyunca kendiyleyken, kendine yabancı olan ve bunun çoğunlukla farkında olmayan bir varlıktır..Bunu her düşündüğümde ardından hemen “kendini” tam anlamıyla bilemeyen insanın yaşam boyu neden “başkalarını” tam olarak anlamaya çalıştığını düşünmeden edemiyorum.
– Hele ki bildiğimizi, anladığımızı düşünmek tam bir yanılsama değil midir ? Hem kendimizi hem başkalarını…
Mesleğim gereği birçok insanla onları üzen, mutsuz eden, yıpratan, yıkan, sarsan, sorgulamaya iten, korkutan, kaygılandıran yaşam olaylarına tanıklık etme şansı buluyorum. Dolayısıyla birbirinden apayrı bakış açılarına sahip canlılar olduğunu şaşkınlık ve ilgiyle dinliyorum. Şuan okumakta olduğunuz yazımı da deniz kıyısında yazıyorum. Deniz görünce arka fonda sevdiğim müzikler çalınca içimden bu sayının yazısını oluşturmak geldi. Kim bilir sizlerin akından neler geçerdi yada geçiyor deniz kıyısında olduğunuzda?
Şu manzara karşımdayken belki yazının içeriği çok bağıntılı olmayacak ama Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirinin birinci bölümü aklıma geldi. Sizlerle paylaşmak isterim.
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin,beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için yaşamak yanı ağır bastığından.
Ne güzel demiş şair. Bana da yazmak iyi geliyor, sizlerle sohbet edebilmek, belki bir nebze sorgulamaya aracı olmak kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Benim danışanlarıma önerdiğim bir yoldur yazmak. Okumak, yazmak, çizmek insan zihninin karmaşıklığına, kaos ortamına, muğlaklığına sağaltıcı ( iyileştirici ) etki yapmaktadır. İnsanın kendini keşfedebilmesinde önemli araçlardır. Katıldığım söyleşilerde, özellikle gençlerle buluşmalarımda hep kendimize yolculuğun öneminden bahsetmeye çalışırım. Geçen bir genç arkadaşımız seminer sonrasında yanıma gelip ‘Nasıl yapacağız bunu Hocam ?’ dedi. Yazıda da değindiğim yolları kendisine sundum. Ayrıca ‘konforlu, güvenli alanlarımızı’ terk etmemiz gerektiğinden de bahsettim. Son olarak ona da değineyim. Bizler hepimiz gündelik yaşamlarımız da kendimize güvenli alanlar oluştururuz. Olabildiğince benzer veya aynı şeyleri yaparız. Ne zaman ki bu rutinin dışına çıkarsak orada keşif ve öğrenme imkanı doğar. Her farklılık bizim farklı bir yönümüzü ortaya çıkardığı gibi bazen doğru olarak kabul ettiğimiz şeylerin belkide yanlış olduğunu yüzümüze çarpar.
Yaşamınızı göz önünde bulundurduğunuz da ne zaman farklılıklarla karşılaştıysanız bir şeyleri de eğitici biçimde deneyimlediğinizi gözlemlersiniz. Hele ki hata yaptıysanız deymeyin o olayın keyfine. Kesinlikle çıkarılan sonuçlar,dersler vardır.
Herkesin tolere edilebilir hatalar yapabilmesini ve gündelik rutinini bozabilmesini ümit ediyorum.
Keyifli bir yaşamınız olsun…