Aşk masalının sonunda kadın ve erkek çektikleri onca sıkıntının karşılığını alır ve nihayet beklenen sonda birlikte olurlar. Peki ya sonra ne olur ? Orası genelde bilinmez ama gerçek hayatta acı deneyimler olarak karşımıza çıkıverir. Birlikteliklerin patinaj çektiği iki önemli nokta vardır: ihmal ve işgal… Mevzunun kaynağı çocukluk çağı travmalarına kadar uzanır. Gelin bu iki kavrama yakından bakalım…
İlişkide ihmal
Taraflardan biri yeterince görülmediğini, sevilmediğini, anlaşılmadığını hissediyorsa ihmalin kokusu geliyor demektir. Ortada gerçekten bir ihmal mi var yoksa kişi kendi iç dünyasında ilişkiyi böyle mi deneyimliyor bu da işin başka bir boyutu. İhmal edildiğini düşünen tarafın çocukluk çağını ve ebeveyni ile olan ilişkisini incelediğimizde aynı senaryonun bir başka versiyonu ile karşılaşmamız çok olası. Travmanın tanımını burda yapacak olursak ‘’hazır olmadan bir duygu yaşamak zorunda kalmak ve bu duruma tepki verememek’’ diyebiliriz. Sorun şurdaki kişinin çocukluk çağında ihmal gibi bir travma söz konusu ise yetişkin yaşamında bu travma kendini yeniden gerçekleştirme zorlantısına girer, çünkü kişi geçmişte veremediği tepkiyi bu kez verip kendini iyileştirmek, onarmak gibi bilinçdışı bir eylem ortaya koyar. Travma denilince akla çok büyük şeyler gelmesine gerek yok bazen ihtiyaç anında kimsenin o an orada olmaması da kişi için bir travma oluşturabilir. İlişkide ihmal edildiğini düşünen kişinin bunu partnerine nasıl yansıttığı çok önemli çünkü genelde travmanın tekrarlama zorlantısı nedeni ile ihmal geçmişi olan kişi tamda kendini ebeveyni gibi ihmal edecek biri ile ilişki içine girme eğilimi içindedir. Burda da devreye karşı tarafın geçmiş yaşantısı giriyor. İhmal edildiğini düşünen taraf yapışmacı ve ısrarcı bir karşı eyleme giriyorsa ki yüksek bir ihtimalle bu şekilde bir senaryo çıkıyor karşımıza, o zaman karşı tarafın ne yaptığına bir bakalım:
İlişkide İşgal
Bebek 2 yaşlarına doğru artık bakım verenden ayrılıp etrafı keşfetmek ister. Keşif, bebek için çok önemlidir. Dışarıyı keşfetmeli, içinde yaşayacağı dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmelidir. Bu istek ve arzuyu kendisinden ayrılmak olarak algılayan ebeveyn çocuğu her gitmeye kalktığında, eylem ortaya koymaya çalıştığında arkasından tutup çekiştirir ve ayrışma ve keşfetme arzusunu baltalarsa, her gittiği yerde peşinde, önünde, arkasında ebeveynini bulursa bebek, bunun adı ‘işgal’ olur. İşgal çoğu zaman ebeveynin iyi niyetle korumaya yönelik yaptığı bir şey gibi gözükse de arkasında travmaya kadar giden ruhsal bir tahribat vardır. Bebek ebeveynden her ayrılma girişiminde ihanet ediyormuşçasına bir duygusal şiddete maruz kalır. Bu noktada ya dış dünyadan, ya da anne-babadan vazgeçecektir. Anne ve babadan vazgeçebilecek bir donanımda olmadığı için özgürlüğünden ve kendinden vazgeçmek zorunda kalır. Bu bebek büyüyüp yetişkin hayatına geçtiğinde bu travmayı ona yeniden yaşatacak bir partner arar, tabi ki bilinç dışı bir arayıştır bu. Karşısına kim çıkar dersiniz ? İhmal edilmiş kalbi yaralı o diğer kahramanımız…
İşte burda ihmalin ve işgalin acı veren dansı başlar. Bu dans cehennemin tam ortasında yapılmaktadır. İki tarafta ne olduğunu anlamaz. Derin acılar gün yüzüne çıkmış, travmalar aktifleşmiştir. İhmal edilen kişi istediği sevgiyi alabilmek uğruna karşı tarafa var gücüyle yapışır. Bu durum karşı tarafın bebeklikte yaşadığı işgali tetiklediği için uzaklaşma ve kendini korumaya alma tepkisi vermesine yol açar. Kısır döngü tam da burada başlar ihmal edilen yapışır, işgal edilen kaçar. Her iki tarafta bu durumda sevilmediğini, anlaşılmadığını, değersiz olduğunu düşünür. Oysa her iki tarafında derdi ortaktır, geçmiş travmayı çözmek, yarayı iyileştirmek… Duygu yoğunluğunun çok yüksek olduğu bu kısır döngüde çiftler ne yapacağını bilemez hale gelir, duruma anlam veremezler. En kısa zamanda bir çift terapistine gidip durumu çözmek, ilişkinin ve partnerlerin aldığı yaraları iyileştirmek mümkündür.