Bazı kişiler, olduğu haliyle sevilmeyeceği düşüncesiyle, sevgi, onaylanma ve kabul görmeyi belirli şartlara bağlar. Sevilebilmek ve onaylanabilmek için belirli rollere bürünür, çaba harcar ve kendisini sürekli olarak başkalarının beklentilerine göre şekillendirir. Bu durum ait olma ihtiyacı, özgüven ihtiyacı, reddedilme korkusu ya da başka ihtiyaçlardan kaynaklanıyor olabilir. Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna konu hakkında bilgiler verdi.
Bu düşünce kalıpları, “Herkesi memnun edersem sevilirim.”, “Hayır demezsem kabul görürüm.”, “İstemediğim sorumlulukları da üstelenirsem onaylanırım.”, “Karşımdakini hayal kırıklığına uğratmamak için istemediğim şeyleri bile yapmalıyım.” gibi düşünce ve davranışlar şeklinde ortaya çıkabilir.
Bu tür davranışlarla kişi, karşı tarafın düşüncelerini ve duygularını kendi sorumluluğu gibi algılayabilir. Örneğin, birinin davranışlarını “Bana böyle davrandı, demek ki benim hakkımda şunları düşünüyor” şeklinde yorumlayabilir. Bu düşünce doğrultusunda ya çok uyum sağlayıcı bir role bürünebilir ya da bu içsel çatışmadan kaçınmak için o ilişkiden uzaklaşabilir.
Bu çaba ve fedakarlık, çoğu zaman kişinin gerçek öz benliğinin tanınmasını ve sevilmesini de engelleyebilir. Burada sorulması gereken kritik bir soru vardır: Gerçekte var olan kişiyi mi seviyorlar, yoksa uyumlu bir rol sergileyen kişiyi mi seviyorlar ? Eğer sadece karşınızdakine gösterdiğiniz uyumlu çabayı, memnun etmeye odaklı yüzünüzü seviyorlar ise, bu bir tür koşullu sevgi sonucunu da doğurmaktadır.
Uyum Çabası ve Öfke Çelişkisi
Bu kadar uyumlu olmak, sosyal çevrede bir beklenti de yaratır. Herkesle aynı fikirde olmak, başkalarına uymak ve kendi fikrini beyan etmemek, aslında sorumluluk almaktan kaçınıldığını da gösterebilir.Ancak bu sırada gerçek kendiliğinizi de baskıladığınız bir durum oluşmaktadır. Kendinizi ifade edememek, hayır diyememek ya da istemediğiniz şeyleri de yapmak içten içe öfke, kızgınlık, strese de yol açabilmekte ve bu durum zamanla kendini ifade edememe, sürekli bastırılan duyguların yarattığı öfke ve değersizlik duyguları ile depresyon, sürekli onaylanma ihtiyacı içinde olmanın yarattığı anksiyete ya da yaşanan bu içsel çatışmalar sonrası strese bağlı psikosomatik hastalıklara zemin hazırlayabilmektedir.
Çocukluktan Gelen Dinamikler
Kendi benliğinizden bu kadar uzaklaşmanızın kökenleri genellikle çocuklukta yatabilir. Kişinin kendini gerçekleştirebilmesi için koşulsuz kabule ihtiyacı vardır. Koşullu kabul ortamında büyüyen çocuklar yetişkin hayatında da bu örüntüyü arayabilir. “Ancak uyumlu bir çocuk olursam ailem tarafından sevilirim”, “Ailemin sözünü dinler, onları hayal kırıklığına uğratmazsam bana değer verirler”, “Yaramazlık yapmaz, uslu bir çocuk olursam kabul görürüm” gibi düşünce kalıpları ile bir çocuk ebeveynine uyum sağlama ve onaylanma ihtiyacı ile çatışma arasında dengeyi sağlamak için çoğu zaman uyumlu olmayı seçebilir.
Çocuk, ebeveynlerinin taleplerine göre uyumlu bir role girerek sahte kendilik geliştirmekte ve gerçek duygu, düşünce, arzu ve isteklerini bastırmaktadır. Bu, o an için küçük bir çocukta bağlandığı kişiyi kaybetmeme ve reddedilmemeye dair bir hayatta kalma stratejisi olabilir. Ancak yetişkinlikte bu stratejiyi devam ettirmek bir seçimdir.
Gerçek Kendiliğe Ulaşmak
Gerçek kendilik, kişinin öz benliğini, kim olduğunu, eksikliklerini, hatalarını koşulsuz kabul ettiği bir yapılanmadır. Sadece kendini koşulsuz kabul edebilmek ile mümkündür. Duygularının, ihtiyaçlarının, beklentilerinin farkında olduğu dışarıdan onay ya da kabul almak için dış dünyanın istek ve arzularına göre davranışlarını şekillendirmediği bir süreçtir. Kabul görmek için, onaylanmak için başkalarının kararlarına uyum sağlamak yerine kendi değerleri, istek ve arzularına göre karar verilen bir süreçtir ve en önemlisi kendi değerini başkasından gelen geri bildirime göre şekillendirmek yerine diğer kişilerden bağımsız olarak kendi değerinin farkındadır.
Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna,”Gerçek kendiliğinize ulaştığınızda, öz benliğinizi yeniden keşfeder ve kendinizi görmezden gelmeyi bırakırsınız. Bu süreç zor olduğu kadar bir o kadar da özgürleştiricidir. Kendini anlama ve keşfetme yolculuğu, başkalarını memnun etmeye çalışmaktan daha tatmin edici ve anlamlı bir yoldur.”dedi.