Erkeklik ve Erkek Cinselliği
Erkeklik nedir diye sorulduğunda en sık duyulan cevapların “Bir penisin olması” ya da daha bilimsel yollarla ifade etmek istediğimizde “XY kromozomuna sahip olunması” olması şaşırtıcı olmayacaktır. Erkek ve erkeklik dediğimizde pek çoğumuzun aklına gelenler genelde biyolojiye dayalı farklılıklardır. Peki sadece biyolojiye dayalı farklılıklar erkekliği tanımlamaya yeterli midir?
Kişilerde anne rahmine düşüşten itibaren pek çok farklılıklar görülür. Bu biyolojik farklılıkların ilki kromozom birleşimidir. XY kromozomu ile gelen hormonal farklılıklar henüz doğumdan itibaren kişilik ve cinsiyet üzerinde etkili olmaya başlar. Aslında bütün ceninler dişi olarak gelişmeye başlarken Y kromozomu ile gelen erkeklik hormonu testosteron cinsiyet farklılığını açığa çıkarmak için çalışmaya başlar. Erkeklik hormonunun olarak da bilinen testosteron cinselliği yöneten en önemli etkenlerden biri olduğu söylenir. Bu hormona erkeğin kimyasal belleği de diyebiliriz. Testosteron hormonu erkeğe özgü cinsiyet karakterinin oluşumunda oldukça etkilidir. Ancak yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu stratejik hormon sanıldığı gibi sürekli olarak salgılanan, erkekliğe cinsellik, güç ve saldırganlık gibi toplumumuzda da erkeğe atfedilen değerler ile ilgili tek ve birincil etken değil. Genler ve hormonlar aracılığı ile kadın ve erkek arasında bir farklılaşmanın olduğu söylenebilir ancak davranışlarımızın ve toplumsal, cinsel ve çift ilişkisindeki tüm rol dağılımlarımızın hormonların güdümümde olduğunu söylemek doğru olmaz. Burada toplumsal ve ailesel faktörleri de işin içine katmalı ve erkek ya da kadın cinselliği denildiğinde biyolojimizin getirdikleri dışındaki etmenleri de göz önüne almalıyız. Yani erkeğe ve erkeksiliğe atfedilen rollerin aslında çoğu zaman toplumsal, ailesel ve hatta zaman zaman keyfi olarak belirlendiğini ifade edebiliriz.
Literatürde sex ve gender terimleri yer almaktadır. “Sex” biyolojik anlamdaki cinsiyeti ifade ederken, “Gender” toplumsal cinsiyet rollerini tanımlar. Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kalıp yargılarının hayatın tüm yönlerini ve ilişkilerini etkilediği gibi romantik ilişkileri de etkilediği kesindir. Romantik ilişkiler ve cinsellikle ilgili kalıp yargılar özellikle de heteroseksüel bir ilişkinin nasıl olması gerektiği hakkında çiftlere çok açık mesajlar verir.
Cinsellik konusuna geldiğimizde ise şöyle bir tanım yapılabilir: Cinsellik, zaman zaman sosyal ve psikolojik işlevin en geride kalan ve en ihmal edilen alanı halinde, zaman zaman da başköşeye oturtularak yaşamı etkisi altına alabilen, bozulduğunda ise patolojik yapının en büyük suçlusu olarak kabul edilen, zaman zaman konuşulmasının bile toplumsal dinamikleri etkileyebileceği korkusuyla yasaklanan, zaman zaman da mitlerin ve inanç sistemlerinin içine süzülerek yüceltilmiş ve gizemli bir kimliğe bürünen, cinsel organların sınırları içine hapsedilmeyecek kadar çok yönlü bir fenomendir.
Cinsel davranış çeşitlilik gösterir ve birçok etkenin karmaşık ilişkisi ile belirlenir. Kişinin başkalarıyla olan ilişkilerinden, yaşam koşullarından ve içinde yaşadığı kültürden etkilenir. Bireyin cinselliği ve tüm kişiliği birbirinin içine girmiştir ve cinselliği tek başına ele almak mümkün değildir.
Peki cinsel sorunlar nereden kaynaklanır ve günümüzde bu sorunları geçmişe oranla neden daha çok duyuyoruz? Aslında son yıllarda cinsel sorunların çözümüne yönelik yardım arayışının arttığını ifade edebiliriz. Yani cinsel sorunların artmasından çok, cinselliğe yönelik sosyal tutumların değiştiğini ve yardım arayışının daha kolay hale geldiğini ifade edebiliriz.
Psikolojik, sosyal ve biyolojik değişkenlerin etkileşimi içinde şekillenen cinsellik, bu bileşenlerin birindeki ketlenme ile işlevini yitirebilir. Bireylerin eğilimlerinin, inançlarının, düşüncesindeki yanlış oluşmuş kavramların cinsel işlev bozukluğu oluşumunda ve devamında yeri olduğu gözlenmiştir. Bu yanlış inanışların en belirgin özellikleri özellikle cinsellikle ilgili esprilerde, fıkralarda, günlük basında ve pornografik yayınlarda sergilenmektedir. Birçok insanın cinsel eğitimi ya yetersizdir ya da hiç yoktur. Cinsellikle ilgili bilgi eksikliği ve cinsel olarak herhangi bir şeye duyarlılık kişileri değişik kaynaklardan, özellikle basın yayın organlarından veya aynı derecede bilgisiz kişilerden gelen mesajlara duyarlı kılar. Örneğin erkeklerin baskın olmasının beklenmesi ülkemizde geçerli olan kalıp yargılar içinde oldukça bilinir olanıdır. Bu geleneksel vurgunun erkeklerin ilişkide baskın olmak kaygısına yol açtığı ve bunun ilişkideki rol tutum özelliklerini ve partnerine olan cinsel ya da duygusal davranışlarını etkilediğini düşünebiliriz.
Cinsellik tabuların, olumsuz düşünce ve inanışların büyütecinde korku dolu bir çatışma haline gelebilmekte, kimi inanışa göre her cinsel davranış hazza bakan yönüyle kötü, üremeye bakan yönüyle kutsal kabul edilmektedir. Bu inanışın toplumumuzda da yaygın olduğunu baktığımızda görebiliriz.
Evlilik ve cinsel uyuma baktığımızda ise erkeklerde evlilikte mutluluk ve cinsellik arasındaki ilişkinin kadınlara göre çok daha güçlü olduğu Rust ve arkadaşları tarafından bulunmuştur. Özellikle erkekteki prematür ejikülasyon ve erektil işlev bozukluğunun, evlilkte mutsuzluk konusunda kadınlardaki orgazm bozukluğu ve vajinismustan daha etkili olduğu ileri sürülmüştür. Duygusal yakınlaşma ve düşünce paylaşımı ile tamamlanmayan bir ilişkide cinsel işlevin yeterliliğinin ve doyumun azaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Özetle söyleyecek olursak; cinsellik çok yönlü ve çok katmanlı aynı zamanda bozulması da son derece kolay olan bir fenomendir. Bu konuda bir sıkıntı yaşadığınızda bunun kaynağı, partnerinizle ilişkiniz ve oluşan paternleriniz, toplumsal cinsiyet kalıpları, ailenin ya da toplumun bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde benliğinize kattığı inanışlardan kaynaklanıyor olabilir. Biyolojik bir problem olmadığı sürece bunun psikolojik olduğunu ve bununla ilgili bir psikolojik destek alındığında devamlılığını yitireceğini ifade edebiliriz.