Neden bir insan bir olay karşısında kendisini kaybedecek kadar sinirlenirken, diğer bir insan aynı olay karşısında soğukkanlılığını muhafaza edebilir? Neden bazılarımız için asansöre binmek sıradan bir faaliyetken bazılarımız için soğuk terler döktüren ve kaçınılan bir faaliyettir?
Bu bölümde her birimizin hayatında önemli bir yeri olan iki konuyu –duygu ve stresi- ve bu ikisi arasındaki ilişkinin sağlıkla olan bağlantısını açıklamaya çalışacağız. Pek çok negatif duygunun strese yol açtığını, pek çok stres verici olayın da negatif duygulara sebep olduğunu her birimiz tecrübe ederiz. Bu döngüyü daha iyi anlayabilmek için duygu ve stres konusuna farklı psikolojik perspektiflerden bakarak konuyu değerlendirmeye çalışacağız. Öncelikle beyin ve beden arasındaki biyolojik bağlantı konusunda önemli noktalara temas edeceğiz. Daha sonra algı ve inançlarımızın bizi nasıl etkilediğine dikkat çekip, son olarak da durumsal hallerin ve kültürel deneyimlerin üzerimizdeki etkisini inceleyeceğiz.
Duygularımızın Kaynağı
Duygu kelime anlamı olarak “öznel olarak yaşanan duygusal bir durumun dışa vurumu olan gözlenebilir bir davranış yapısıdır” (Budak,Selçuk, 2000).Duygularımız olmasaydı anne ve babamızı sevemez, sevdiğimiz birinden ayrıldığımızda üzülemezdik, kısacası robot tanımlı bir insan olurduk. İlişkilerimiz sağırlaşır, hayatımız monotonlaşırdı. Öyleyse her an birlikte yaşadığımız duygu dünyamızın kaynağı nereden gelmektedir? Bunu şöyle anlatabiliriz. Duyguyu bir eve benzetecek olursak, duygunun biyolojik yapısı evin temelini, düşüncelerimiz ve anlamları evin iskeletini, kültürümüz ise evin donatılmış odalarını ifade eder. Her sağlıklı insan biyolojik temelinde duygu becerisine sahip doğar. Düşünce ve inanç kalıplarını ailesinden ve yakın çevresinden edinir. Ve büyüdükçe kültürü de bu donanıma katıp duygu yapısını tamamlar.
Kültürümüzün duygularımıza etkisi düşünüldüğünde, kendi kültürümüze ait miraslar dikkat çekicidir. Bu duygu kalıplarını başka kültürlerle karşılaştırarak incelediğimizde ise duygu ifadesinin anlamlandırılmasında kültürlerin farklı bakış açılarına sahip olduğu görülür. Mesela bir kültürde başın sağa sola sallanması hayır anlamına gelirken, aynı duygu ifadesi başka bir kültürde evet anlamına gelebilir. Öte yandan insan yüzü duygularını ifade etmek için 80 ayrı yüz kası kullanır. Üstelik insanlar gerçek duygularını ifade etmek için belirli bir takım kasları kullanırken, gerçek duygularını gizlemek istediğinde başka bir grup yüz kasını kullanırlar. Yüz ifadelerimiz sadece bizim ruh halimizi ifade etmekle kalmaz aynı zamanda başkalarıyla iletişime geçmemize de aracı olurlar. Ve yansıttığımız duyguya bağlı olarak karşı tarafta belli bir anlamlandırma oluşur. Mesela gülümsediğimizde mutlu olduğumuzu ifade ederiz.
Beynimizin duygularımızla olan ilişkisine göz atacak olursak, duygusal ifadenin çok farklı boyutları olduğu görülür. Karşımızdakinin duygusunun algılanması, bu duygunun anlamlandırılması, bu duygunun hissedilmesi gibi pek çok konunun beynimizle alakası vardır. Duygular söz konusu olduğunda beynin 2 yarısının farklı roller oynadığı görülür. Beynin sol yarım küresi mutluluk gibi olumlu duygular konusunda kullanılırken, beynin sol yarısı korku, üzüntü gibi olumsuz duygular için kullanılır. Bir kaza sonucu sol yarım küresi zarar gören bir insan kızgınlık ya da depresyon gibi duygularla karşılaşabilir, öte yandan beyninin sağ tarafı hasar görmüş biri de kahkahalarla yaşayabilir. Son yıllarda amigdala’nın da duygular konusunda önemli bir rol oynadığı bulunmuştur. Amigdala’nın algılardan gelen bilgileri yorumlamak, bu algıların duygusal önemlerini belirlemek, kişi ya da duruma buna göre bir bakış açısı geliştirmekten sorumlu olduğu düşünülmektedir (LeDoux, 1994, 1996). Amigdala ya da cortex hasar görürse kişide duygusal anormallikler görülmektedir. Mesela amigdalası zarar görmüş kişi, korkunç bir olayı değerlendirmekte ve korku hissini geliştirmekte zorluk yaşar.
Duygu enerjisinin gelişmesinden ise hormonlar sorumludur. Hormonların en önemli görevi vücudu ani olaylar karşısında hızla hareket edebilecek şekilde hazırlamaktır. Adrenal Gland, çevredeki tehlikelere karşın epinephrine ve norepinephrine salgılar.
Duygu ve Zihin Bağlantısı
Hissettiğimiz şeyi hissetmemize sebep olan şey nedir? Boş bir odada otururken bize psikolojik olarak bizi alarma geçirecek bir hormon enjekte edilse ne olur? Bu soruların cevabı iki yönlü verilir. Buna göre duygu teorisi, psikolojik duygu durum ve bu durumun bilişsel değerlendirilmesine dayanır. İnsanların bazen içinde bulundukları duruma uygun olmayan şeyleri hissetmeleri normaldir. Bunun sebebi kişinin bu fizyolojik düzeni farklı algılamış olması ve yanlış bir atfedişte bulunmasıdır. Öte yandan belirli bir bilişsel olgunluğa ulaşana dek bebeklerin utanç duygusunu hissedememesi de konunun bilişsel yönüyle alakalıdır. Bugün çoğu duygu teorisyenleri, atfedişlerin, inançların ve insanların olaylara karşı geliştirdikleri anlamın duygunun ortaya çıkması konusunda temel rol oynadığını düşünmektedir.
Duygu ve Kültür
Bazı duygusal ifadelerin kültürden kültüre farklılık gösterdiğinden söz etmiştik. Bazı duygular ise kültürden kültüre değişmez. Psikologlar bu duygu ifadelerini, korku, kızgınlık, üzüntü, eğlence, şaşırma, iğrenme ve küçümseme olarak belirlemişlerdir. Bu duygular evrensel ve biyolojik kaynaklıdırlar. Belli olayların akabinde gelişen bu duygular (kayıplardan sonra oluşan üzüntü duygusu, tehlike karşısında gelen korku duygusu gibi) birincil duygulardır. Bu durumda kültürden kültüre anlamı değişen duygu ifadeleri de ikincil duygular olarak tanımlanabilir.
Duyguların ifadesinde vücut dili de yüz ifadesini destekler şekilde duygu ifademize yardımcı olur. Mimikler ve jestler de duygu ifadesinin şekillenmesinde ve çeşitlenmesinde önemli rol oynarlar.
Stresin Kaynağı
Stressiz bir hayat gerçekte mümkün değildir. Her birimizin hayatında bizleri rahatsız eden çelişkiler, değiştirmeye gücümüz yetmediği için katlanmak zorunda kaldığımız durumlar vardır. Peki, bu stres verici durumların hastalıklarımızla ya da sağlığımızla bir alakası var mıdır? Olaylara verdiğimiz duygusal tepkilerimizi kontrol ederek sağlığımızı ve iyiliğimizi sağlayabilir miyiz? Yapılan araştırmalar sonucunda stresin hayatımıza dâhil olurken geçirdiği üç farklı aşama tespit edilmiştir. Bu basamaklardan ilki alarm evresidir, stresle ilk karşılaşılan anı temsil eder. İkinci evre rezistans evresidir ve stres verici olayla başa çıkmaya çalışma dönemine tekabül eder. Bu devrede vücut adapte olmaya çalışır ve normale döner. Son basamakta ise yorgunluk evresi vardır. Özellikle kronik stres kaynaklarına karşı bir süre sonra kişi bitkinlik hisseder. Bu konuda Selye’nin araştırmaları önemlidir. Onun bakış açısına göre ise kronik stres vücudu alarma geçirir, bu da bir süre sonra sürekli alarmda olan vücudun zayıf düşmesi, yorulması anlamına gelir, yorulmuş bir vücudun hastalığa yakalanma riski de sağlıklı bir bedene göre daha fazladır.
Bazı stres verici olaylar diğerlerine göre kişinin sağlığını daha çok etkiler. Bu stresörlerin genel özelliği kişinin sinir sistemini, sindirim sistemini ve iç salgılarını etkilemesidir. Bu stres kaynaklarından en önemlisi kayıptır. Ölüm veya boşanma sebebiyle kişinin sevdiği birini ya da yakın bir ilişkisini kaybetmesi yaşanabilecek en ağır strestir. Mutsuz evliklerde de boşanan çiftlerin yaşadığına benzer bir stres kaynağının yer aldığı söylenebilir.
İnsanlar stres altında yaşadıklarını ifade ederken genelde günlük hayatlarında yer alan düşüncesiz insanlar, trafik sıkışıklığı, bitmeyen ödevler, teslim edilmesi gereken ama yetişmeyen işlerden şikayet ederler. Gürültülü, kalabalık ve tartışmalı ortamlar bunlar arasında en stresli olanlarıdır.
Sosyoekonomik seviyesi düşük olan insanların sağlıklarının da daha kötü olduğu ve ölümlülük oranlarının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bunun sebebi için gerekli tıbbi bakıma sahip olamamaları, iyi beslenememeleri gibi sebepler gösterilebilirken onların içinde yaşadıkları çete grupları, ay sonu düşünceleri vs de psikolojik sebepler olarak karşımıza gelir.
Şimdiye kadar tartıştığımız stresörlerin hepsi aslında insan psikolojisi için risk faktörüdür, hiçbiri direk olarak hastalığa sebep olmaz, ya da herkesi aynı oranda etkileyemez. Bu bakış açısıyla duruma yaklaşan psikologlar Selye’nin teorisini biraz daha geliştirerek kronik stres kaynaklarının psikolojik tepkilere yol açtığının savunulduğu noktada kişinin psikolojik özelliklerinin ve algılarının devreye girdiğinden bahsederler. Yine bu psikolojik tepkilerin sağlığa ya da hastalığa neden olmasının konuşulacağı yerde kişinin baş etme mekanizmalarından bahsedilmesi gerektiğini savunurlar (Taylor, 1995). Bu daha detaylandırılmış bakış açısına göre; psikolojik stres, kişi ile durumun karşılıklı birbirlerini etkilemeleri ve kişinin olaya karşı yaptığı değerlendirme sonucunda kişinin baş etme kabiliyetlerini aşan bir durumun olmasına karar vermesi sonucunda söz konusu olur.
Kişinin başa çıkma becerileri araştırıldığında insanların çok genel olarak ikiye ayrıldıklarından bahsedebiliriz. Pesimistik bakış açısına sahip olanların olaylara kötü yanından bakma eğiliminde oldukları, optimist kişilerin ise olayların iyi yönlerine daha çok odaklandıkları söylenebilir. Bu durumda kişinin sağlığı için daha iyi olan optimistik olmasıdır. Pesimistler; kişisel açıdan daha düşük bir öz güven, daha başarısız bir hayat, daha fazla hastalık ve travma sonrasında daha geç toparlanabilme özelliklerine sahiptirler. Tam tersine optimistler ise yüksek öz saygı ve öz güven, başarılı bir hayat, travma sonrasında daha çabuk toparlanabilme özellikleri gösterirler. Optimizm; psikolojik ve fiziksel sağlık açısından başka bir bilişsel özelliğe daha sahiptir. Bu da kişinin kontrol odağının kendi içinde olmasıdır. İnsan, olayları kontrol edebileceği yönünde bir inanca sahip olduğunda çok daha uzun süre stres verici bir duruma katlanabilir. Bu kontrol duygusunun da kültürden kültüre büyük değişiklikler gösterdiği tespit edilmiştir. Batı toplumlarında insanlar genelde birincil kontrol mekanizmasını seçerler. Bir durum seni rahatsız ediyorsa “değiştir, uğraş ve savaş” onların genel bakış açısıdır. Yani insanlar gerçekliği, başkalarını değiştirerek tekrar tanımlamaya çalışırlar. Doğu toplumunda doğup büyüyen insanlar ise ikincil kontrol sistemini benimsemeye eğilimlidirler. Gerçekliği kendi bakış açılarını ve kendi taleplerini değiştirerek tanımlamaya çalışan bu insanlar, “ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin” bakış açısıyla hareket ederler. Ve toplumun da onlardan beklentisi budur.
Duygu, Stres ve Sağlık: Nasıl Başa Çıkmalıyız?
Savaş meydanlarında ölüm tehdidi ve düşük yaşam koşulları altında çok stresli bir yaşam süren askerlerin, sürekli kronik stres kaynaklarına katlanmak zorunda olan kişilerin ve buna benzer durumlarla stres yaşayan insanların çoğu halen sağlıdırlar. Bu bölümde, bu kişilerin nasıl bir başa çıkma metodu takip ederek ya da kendi hayatlarında olanları nasıl telafi ederek bu durumu sağladıkları üzerinde duracağız. Psikolojik stres kaynaklarıyla ve negatif duygularla başa çıkmaya çalışırken yapılacak ilk şey, sakinleşmektir. Ve sakinleşmenin de en kolay yolu bilinçli rahatlama tekniklerinin kullanılmasıdır. Gevşemenin öğrenilmesinde kasların gevşetilmesi, sessiz oturabilmek, zihnin arındırılabilmesi, ve günlük olayların etkilerinin silinebilmesi başarılması gereken konulardandır. Bu sinir sisteminin vücuttaki etkisini arttırır, hormon salınımını dengeler. Sürekli kızgınlık ve kaygı hisseden insanlar için de gevşeme tekniklerinin öğrenilmesi çok faydalı olabilir.
Stres kaynakları ile fiziksel semptomları dengeleyecek bir diğer tampon da egzersiz yapmaktır. Fiziksel aktivitenin düşmesi, yaşam beklentisinin de düşmesine sebep olur; bu da çeşitli kronik hastalıkların davetçisi olabilir. Öte yandan müzik dinlemek , güzel bir yürüyüş yapmak gibi şahsa özel geliştirilen yöntemler de stresin giderilmesinde oldukça etkilidir.
Hayatta karşılaşılan problemlerin çözülmesinde duygu odaklı ya da problem odaklı bir çözüm yolu izlenebilir. Bu ikisi de yaşanacak stres oranını etkiler (Lazaruz Folkman, 1984). Duygu odaklı baş etme yolunda problemin sebep olduğu duygu durumu üzerinden yol alınır. Travmatik bir olay yaşandıktan bir süre sonra kişi konuşma ihtiyacı hisseder. Konuştukça ve kendini ifade ettikçe, neler hissettiğinden bahsettikçe rahatlar ve ne yapması gerektiğine karar verir. Problem odaklı yaklaşımda ise direk problemin doğasına odaklanma söz konusudur. Kişisel yeterliliğin arttırılması açısından faydalıdır.
Stresle başa çıkarken kullanılabilecek bir başka şey de olay hakkında farklı şekillerde düşünebilme becerimizi geliştirmektir. Farklı şekillerde düşünürken amaç kişinin daha optimistik bir bakış açısı ve biraz daha fazla kontrol hissine sahip olmasının sağlanmasıdır. İlk aşamada kişi problemin sebebine ya da sonucuna daha olumlu bir pencereden bakmaya çalışır. İkinci aşamada kişi kendisini, kendisinden daha kötü durumda olan kişilerle karşılaştırıp sahip oldukları hakkında bir memnuniyet duygusu geliştirmeye çalışır. Son olarak yapılacak bir başka etkileyici şeyde olaya komik tarafından bakmak ya da olayı komikleştirmektir. Bu ortamın kasvetini dağıtmakta oldukça etkili bir yöntemdir.
Stres bir başkasıyla paylaşıldığında azalan bir etkidir. Bu yüzden stres verici bir olayla karşı karşıya kalındığında kişinin etrafındaki insanlara bakarak kendisi için faydalı olabilecek insanlarla konuşması oldukça rahatlatıcı olur. Yaşanılan problemin değerlendirilmesinde ve bir eylem planının hazırlanmasında başkalarının fikrini ve başkalarının bakış açılarını öğrenmek, paylaşımın verdiği rahatlığın yanında yapılabileceklerin sonuçları konusunda bir ön bildirim almak açısından da önemlidir. Sosyal açıdan destek almanın pek çok faydası tespit edilmiştir. Ciddi ve hatta ölümcül hastalıklarla baş eden hastalar için sağlanan destek gruplarının onların yaşam sürelerini uzattığı iddia edilmektedir. Psikolojik tedavilerde de grup terapisi ile sağlanan sosyal desteklerde pek çok ciddi sorunun bireysel terapilere oranla daha kısa sürede istenen sonucu verdiği görülmekte, özelikle madde kullanımı, ölümcül hastalıklar, evlilik problemleri gibi konularda grup terapisi yapılması önerilmektedir.
Stres ve sosyal destek konusundan bahsedilirken, destek vermenin de faydası gözden kaçırılmamalıdır. Genel olarak işbirliğine yatkın ve empati becerisi kuvvetli olan kişilerin kendine dönük yaşayan kişilere oranla çok daha salıklı ve mutlu bir yaşam sürdükleri tespit edilmiştir (Crandall,1984). Bu kişiyi çevreye küsmektense problemleri çözmeye, olayı herkesin başına gelebilecek bir pozisyonda görebilmeye, problemi ve etkilerini abartmaktansa çözmek için harekete geçmeye yönelten bir sebeptir. Affedicilik, tolerans ve empati gibi faktörleri içermesinden dolayı yardım etmek kişiyi hayatın gerçekleriyle yaşamak ve baş etmek konusunda güçlendirir.
Şimdiye kadar yazdıklarımız göz önüne alınırsa olayları algılamamızın önemli olduğu kadar olayın kendisinin de duygusal tepkimizi ve hissedeceğimiz stres açısından önemi olduğu ortaya çıkar. Trafikte sıkışıp kalmışken gideceğimiz yere geç kalmamızın bir felaket olacağını ve bu arabaların niye önümüzde durup yolu tıkadıklarını düşünürsek stresimiz gittikçe artar. Fakat trafiğin tıkanmasına etkimiz olmadığını ve ne yaparsak yapalım açılmasında da etkili olamayacağımızı, yapabileceğimiz en iyi şeyin sakinleşmek olduğunu düşünürsek stresimiz azalır.
Sağlıklı insan problemlerle yüzleşir, problemlerin üstesinden gelir ve problemin ötesine geçer. Kişinin başa çıkma becerilerini geliştirebilmesi için de problemler gereklidir. Stressiz bir yaşam ya da duygusuz bir hayat hayal etmek arkadaşsız bir hayatı istemeye benzer. Sonuçta daha sakin olabiliriz ama bu hayat da eğlencesiz ve sıradan olur. Bu yüzden duygusal gelgitler, gündelik problemler, ya da dönemsel yaşanana bir trajedi bizi daha da büyümeye zorlayan etkenler olarak görülmelidir.