Bazı günler hava bir türlü aydınlanmaz. Çoğumuz böyle zamanlarda, yataktan çıkıp hayata karışacak enerjiyi toplamakta zorlanırız. Kısa süreliğine de olsa, normalde mutluluk duyacağımız olaylara bile gülümseyemeyiz. Kendimizi bitkin ve moralsiz hissederiz. Hani sürünerek işe ya da okula gidersiniz de, arkadaşlarınız “Hayırdır Karadeniz’de gemilerin mi battı” diye takılır ya… Herkes bazen böyle günler yaşar. Ancak depresyon teşhisi konmuş bir hastada, durum biraz daha karmaşıktır. O nedenle, sıradan birinin kendini karamsar hissettiği kısa süreli durumlar ile depresyonda olan birini ayırt etmemize yarayan özellikler birbirinden oldukça farklıdır.
Depresyon nedir?
Gelişmiş ülkelerde ve özellikle büyük şehirlerde hızla artan depresyon, oldukça önemli bir hastalıktır. Kişinin yaşamdan aldığı tadı, verimliliğini, mutluluğunu olumsuz etkileyebilir hatta hayatına son vermesine kadar varabilecek acı sonuçlar doğurabilir. Yakın tarihli bir örnek arasak, aklımıza hemen son günlerde aramızdan ayrılan ünlü aktör Robin Williams gelir. Bütün dünya kendisini komedi filmlerinde umut dağıtan, yüzümüzü güldürüp, içimizi ısıtan üstün yetenekli bir oyuncu olarak tanıdı. Oysa menejerinin yorumuna göre, aktör son günlerinde yoğun bir depresyon yaşıyordu. Kendini kemeriyle astığı düşünülen Williams’a dışarıdan bakarak içindeki fırtınalar hakkında yorum yapmak hiç kolay değil.
Aslında depresyonu kelimelerle ifade etmek de zor. Sanki dünya yıkılmışta altında kalınmış ya da tüm insanlar Mars’a göç etmişte dünyada yalnız kalmış veya daracık bir mengene ile sıkıştırılmış, bastırılmış, havasız kalmış hissiyetleri vardır. Bazen de göğüs kafesinde yoğun bir baskı hissi, sanki orada genişleyen her an hacmi artan sıkışma ve daraltı şeklinde bunalımlar yaşanır. Düşünebiliyor musunuz? Sürekli bu baskı ve sıkışma hissi ile yaşamanın ne denli büyük bir ızdırap olduğunu. Yani normalde o anki modunuz mutlu bir durumda olmayabilir ancak mutsuz da hissetmezsiniz kendinizi. Yani nötr bir duygusal durum vardır. Ancak depresyonda sürekli eksiyi yaşarsınız. Sizi boğan, sıkan, daraltan negatif bir duygu durum söz konusudur. Bazen ‘’Ah bir göğüs kafesim patlasa da rahatlasam’’ dersiniz. Normalde bir dakika bile yaşaması zor olan böyle olumsuz duyguların sürekli saatler boyu, günlerce, haftalarca hatta aylarca yaşanması, nerdeyse her alınan nefesin işkence haline gelmesi, tabloyu ne yazık ki intiharlara kadar götürebilir. Çünkü depresyon, sürekli yüksek fiziksel acı çekmekten çok daha öte bir şeydir. Olay bir nevi ruhun acı çekmesidir. Ama bu acı, fiziksel acılardan çok daha ağır bir tablodur. Çünkü fiziksel acılarda ağrının nerede olduğunu bilir oraya odaklanırsınız ancak ruhunuz acı çekiyorsa ne yapacağınızı bilemezsiniz. Sürekli bir iç sıkıntısının cenderesi altında kıvranır durursunuz. Uyuyup uyumadığınızı bile anlayamazsınız, hatta uyku bile ızdıraplıdır. Bazı kişiler, bu bunalım girdabında doğru dürüst uyku bile uyuyamazken bazı kişiler de yaşadıkları anormal sıkıntıdan bir nebze olsun uzaklaşabilmek için uyuyabildikleri kadar uyumaya çalışırlar. Uyku onlar için adeta bir kaçış yolu bir sığınaktır ki, çoğu zaman uykuda da kurtuluş yoktur, kabuslar, karabasanlar birbirini kovalar.
Kişinin ruh halindeki bozulma fiziksel olarak da bazı yansımalar yapar. Aşırı kilo kaybı veya aşırı kilo alma, mide ve bağırsak rahatsızlıkları görülebilir. Sürekli depresyonda olmak kalp hastalıkları, verem ve kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına da davetiye çıkarır.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada 350 milyonun üzerinde insan depresyon yaşıyor. İş görememezlik sebepleri arasında depresyon listenin başında. Yılda 150 milyon kişi iş göremeyecek kadar ağır depresyon altında. Depresyon yaşayan kişilerin çok büyük bir çoğunluğunun herhangi bir tıbbi yardım almadığını gösteren araştırmalar da bulunmakta.
Vücut kimyası ve depresyon
Aynı sorunlar ya da etkiler karşısında bir kişi depresyona girerken bir başkası girmeyebilir. Bunun sebeplerinden biri genetik faktörlerin depresyondaki belirleyiciliğidir. Ailenizde depresyon yaşamış kişiler varsa siz de hastalığa yatkın olabilirsiniz. Depresyon, kadınlarda erkeklerin 3 katı fazla görülür. Toplumda klinik depresyon oranı yüzde 10 seviyesindedir. Her yaştan kişi, hatta çocuklar bile klinik depresyon tanısı alabilir. İstatistikler orta yaşta depresyon yaşama oranının daha yüksek olduğunu söylüyor. Depresyonla ilgili yapılan birçok çalışma yalnızlığın etkisini araştırmaktadır. Bilim dünyası, kişi yalnız olduğu için mi depresyona giriyor yoksa depresyonda olduğu için mi yalnız kalıyor sorusunun yanıtını henüz bulabilmiş değil. Ancak aralarında bir ilişki olduğu kesin. Bu nedenle sıcak aile ilişkilerine vakit ayırmayı ihmal etmeyin. Dostlarınız için mutlaka zaman ayırın. Bunları sosyal bir faaliyet olarak görmenin ötesinde önemli bir sağlık öğüdü olarak görmekte fayda var. Özellikle boşanmış, dul ve yalnız yaşayan kadınlarda depresyonun daha sık görüldüğü araştırmalarla ortaya konmuştur.
Beyin ve vücut kimyasındaki değişimler depresyona neden olabilmektedir. Beyindeki dopamin, serotonin, endorfin ve noradrenalin gibi hormonların bozulması kişiye depresyona sokabilir. Ancak henüz daha bilmediğimiz birçok nörokimyasal mekanizma söz konusu olabilir. Amerika’da yapılan çeşitli araştırmalar, depresif bozukluk ile obezite arasında da bir ilişki olduğuna işaret ediyor. Depresyonun kendisi de obeziteye sebep olabileceği gibi, depresyon ilaçları da kilo artışı yapabilir. Ancak yıllardır depresyon tedavisi yapan bir hekim olarak kişisel gözlemim; kilo alımında asıl sorumlu olan faktörün ilaç kullanımı olduğu yönündedir.
Depresyon ve intihar
Ağır depresyon geçirenlerin yüzde 15’i intihar ederek yaşamına son vermektedir. Genelde intihardan bahsedenlerin intihar etmeyeceği, dikkati üzerlerine çekmek istedikleri gibi bir yaygın inanış vardır. Ancak bu gerçeği yansıtmaz. Kişi ölümden bahsediyorsa, intihar girişimleri varsa bu tür hastaların çok yakın takip edilmesi gereklidir. Bu tür hastalar için hastanede yatılı olarak tedavi görmek de düşünülebilir. Depresyon hastanın yaşam kalitesini düşüren zor bir hastalık olsa da tedavisi mümkündür.
Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır
Mutluluk, mutsuzluk, depresyon gibi konularda herkesin söyleyecek sözleri ve tavsiyeleri mutlaka vardır. Kendini depresyonda hisseden hasta çeşitli kişisel gelişim yöntemleri ve öğretilere ilgi geliştirebilir. Uzak Doğu öğretileri, meditasyonlar şüphesiz kişinin yaşama anlam verme çabasında değerli bilgiler verirler. Ancak depresyon yaşayan kişinin başvuracağı adres kişisel gelişim uzmanı değil, alanında uzman doktorlar olmalıdır.
Depresyonu tetikleyebilecek dışsal faktörleri ve bedenimizin kimyasıyla ilgili unsurları daha önce sıraladık. Kişinin durumuna göre terapi, ilaçlar ve TMS gibi teknolojiler tedavide etkili olmaktadır. Depresyon yineleyebilen bir hastalıktır. Bu nedenle hasta öncelikle tedavisini yarıda bırakmamalı, doktorunun veya doktorlarının yönlendirmelerine uyum sağlamalıdır.
Kişi, negatif ruh halinden dolayı, sizi sevmediğini söyleyebilir hatta nefret ettiğini ifade edebilir. Böyle konularda alınganlık yapılmaması çok önemli… Yaptığınız büyük fedakârlığın sadece karşınızdaki kişi değil aynı zamanda kendi aile düzeniniz için gerekli olduğunu lütfen aklınızdan çıkartmayın. Ve gerektiğinde kendiniz için de profesyonel destek almaktan çekinmeyin. Unutmayınız ki, depresyon ağırlaştığında yaşamı tehdit eden bir hastalıktır.
Depresyonda TMS tedavisi
Depresyonda ilaç tedavisi, şüphesiz en yaygın, en kolay ulaşılır bir tedavi pozisyonundadır. Ancak TMS tedavisi daha konforlu bir uygulamadır. İlaç tedavisinin düzeltemediği hastaların, TMS ile düzebilmeleri, TMS tedavilerinin daha etkin olduğunu göstermektedir. Bununla beraber TMS uygulamaları, ilaç tedavileri hatta psikoterapilerle birlikte de kullanılabilmektedir. Elbette ki ilaçlar, depresyonda çığır açan tedaviler olmuştur ve hala da dünya üzerinde milyonlarca hasta ilaçlarla düzeltilmeye çalışılmaktadır. Ancak şurası bir gerçek ki gelişen ilaç teknolojisine rağmen hala depresyondan çıkamayan ya da tam düzelmeyen yine çok sayıda hasta vardır. Üstelik TMS tedavisinde ilaç tedavilerinde gördüğümüz kilo alımı, sedasyon ve cinsel bozukluklar gibi yan etkiler görülmemektedir. En önemlisi, hamilelik ya da emzirme dönemlerinde ilaçlar sakıncalı iken TMS tedavileri güvenle kullanılabilmektedir.
Depresyonda TMS, sol ön-alın (sol prefrontal korteks) bölgesine uygulanmaktadır. Bir çok bilimsel araştırma, TMS’nin duygu durum (mizaç) devrelerini kapsayan beyin bölgelerinin aktivitesini seçici olarak modüle ettiğini yani düzenlediğini göstermiştir. Ayrıca depresyonda rol oynayan limbik yapılar da prefrontal bölgeye uygulanan manyetik uyarılar ile düzene girdiği düşünülmektedir. TMS ile yapılan fonksiyonel görüntüleme çalışmalarında kortikal bölge yoluyla yapılan transsinaptik etkinin uzak beyin yapılarında bile aktivite artışına neden olduğunu gösterilmiştir.
Gerek fizyolojik olsun gerekse psikolojik olsun tüm beyin hastalıklarının temelinde hücreden hücreye geçen ya da aynı sinir aksonunda cereyan eden iletilerin (aksiyon potansiyellerinin) takılması ya da bozulması sonucunda ortaya çıkan nörotransmitter düzensizliği veya dengesizliği vardır. TMS tedavisinde manyetik alan beyine penetre olarak uygulama alanında yeni aksiyon potansiyelleri oluşturur. Aynı bir ses ekosu gibi nöron gövdelerinde yayılarak bir sinir hücresinden diğerine geçen manyetik uyarılar, aksayan ya da tıkanan sinir iletimini ve nörotransmitter salımını yeniden dengeye sokar. Böylece nöronal aktivite aynı bir bilgisayar resetlenmesi gibi tekrar sağlıklı düzene döner. TMS’nin depresyonda tedavi edici etkisi özetle bu mekanizma ile gerçekleşmektedir.
Diğer taraftan yapılan bilimsel araştırmalar, tedaviye dirençli ağır depresyonlarda, TMS’nin elektroşok (EKT) tedavisi ile aynı düzeltici etkiler meydana getirdiğini göstermiştir. Bu nedenle oldukça agresif ve invaziv bir tedavi yöntemi olan EKT’nin depresyonda kullanımı giderek azalmakta bunun yerine TMS geçmektedir. Dolayısıyla EKT, sadece psikotik depresyonların bir kısmında tercih edilebilen bir konuma inmiştir.
Son olarak, sizinle kendi hayatımda olumsuz duygularla baş etmek için kullandığım, çok basit bir yöntemi paylaşmak istiyorum. Kur’an-ı Kerim’de söylendiği gibi, “Bir işi bitirince yenisine başlayınız”. Bana göre, yapılan işin niteliği ne olursa olsun, çiçek bakımından bahçe süpürmeye, torunlarınızı gezdirmekten kitaplığınızı düzeltmeye kadar, her türlü meşguliyet, kişiyi üzüntülü ruh halinden uzaklaştırıp dikkatini dağıtır. Yapılıp ortaya konulan iş Nobel ödülü almasa bile emek verilen her şey, kendimize ve başkalarının hayatına bir katkıdır. Bu katkının da mutlaka bize güzel geri dönüşleri olacaktır. Bir çorba pişirip komşunuza ikram ettiğinizde, komşunuz size teşekkür etmeyi unutsa bile, güzel bir şey yaptığınızı hissedersiniz. Bu dünyaya geldiysek, bize ait olan yeri, başka hiç kimse dolduramayacağı için geldik. Benzersiz olduğumuz için geldik. Her insan kendi içinde o kadar özel, değerli ve gerekli ki, her anımızın kıymetini bilmemiz ve güzel yaşamamızda fayda var.