Anne ve bebek ilişkisi henüz bebek dünyaya gelmeden önce başlar. Anne hamileliğin son aylarında ve doğduğunda da bir süre devam edecek olan bir döneme girer, dış dünyaya yatırımını/ilgisini belli ölçüde çeker ve bu dönemi bebeğin hayalini kurarak bebeği için hazırlık yaparak geçirir. İngiliz pediyatrist ve psikanalist D.W. Winnicott bu döneme “birincil annelik meşguliyeti” (primary motherhood occupation) olarak adlandırır.
Anne karnının güvenli bölgesinden çıkıp dış dünyaya uyumlanmaya çalışan bebek gibi anne de bebeğine uyumlanmaya çalışır. Doğal şartlarda birincil annelik meşguliyeti denilen annenin dış dünyadan yatırımını çektiği ve sadece bebeğine kanalize olduğu dönem ilk bir iki haftadan sonra sona erer ve yerini annenin birey olma çatısı altında hem eş hem anne olmaya bırakır. Bebeği yalnız da bırakabilmek, belli bir zamandan sonra ayrışabilmek, kendi ihtiyaçlarının da farkına varabilmek, bebeğin duygusal ve sosyal gelişimi için de en sağlıklı olan durumdur.
Bazı anne çocuk ilişkilerinde kadının anne olmakla birlikte yaşamındaki bir çok rol rafa kaldırılmış gibidir. Anne olmadan önce ve anne olmadan sonra… Anne olmakla birlikte kendi annesinin çocuğu, eşinin sevgilisi, birilerinin arkadaşı gibi roller bir süre unutulur ve çocuk sanki annenin hayatının merkezine oturur. Oysa sağlıklı anne çocuk ilişkisi annenin de kendisine ait sağlıklı bir hayatı ve ilişkileri olduğunda oluşabilir. Anne hayatını tamamen çocukla doldurduğunda, çocuğun yalnız kalmasına izin vermediğinde ya da kendi yalnızlığını çocukla kompanse etmeye çalıştığında anneden ayrışmakta zorlanan ve yeterince bireyselleşemeyen çocuklar yetiştirmiş olur.
Donald Winnicott “Good-enough mothering” tanımıyla çocukların anneleriyle ilişkilerinde asıl gereksinimlerine işaret eder: tutulmak (güvende hissettiren kucaklanma duygusu) ve çocuğun içinde serbestçe hareket edebileceği sınırları belli bir alan (holding environment).
Burada, yeterince iyi ile vurgulamak istenilen şey şudur; çocuğun sağlıklı gelişimi için sevildiği kadar sınırlanması yani kararında bir mahrumiyet yaşaması gerekir. Güvenle kucaklayan ve sınırlayan bir anne yeterince iyi anne olarak görülebilir Bu bağlamda annenin çocuğun arzularını değil ihtiyaçlarını karışılaması yeterlidir. Çocuğu tutarlı derece ve zamanlarda yoksun bırakmak çocuğun ertelemeyi öğrenmesinin ve dürtülerini kontrol edebilmesini sağlayacaktır. Bunun yanında uygun düzeyde yalnız bırakmak çocuğun yalnız kalma kapasitesini arttıracaktır.
Ancak günümüzde annelere baktığımızda sınırsız fedakarlık ve kendini adamışlıkla daha çok “mükemmel anne” olmaya çalışan kadınlar görüyoruz.
Böyle durumlarda kendi mutsuzluğunu ya da kendi yaşamını onarmanın yolu çocuktan geçecek gibi algılayan ve öyle yaşayan anne, çocuğu için her şeyin yolunda gittiği pürüzsüz, sahte bir dünya yaratmaya çalışır. Hatta çok moda tabiriyle “fanus” içinde büyütmeye çalışır. Çocuğun sosyal hayata uyumlanması yerine sosyal hayatın çocuğa uyumlanması için elinden geleni yapar. Parkta onu oyuna almaları için diğer çocuklarla kendisi konuşur, okulda ödevlerini yapmadığı için öğretmeni kızmasın diye okul yönetimiyle konuşur, gösteride en önemli görevi alması için öğretmeniyle konuşur, sınıf başkanı olamadığı için evde üzülen çocuğu “ben öğretmeninle konuşur hallederim” diye avutur. Böylece çocuğunun büyüme yolundaki en büyük adımlarına engel olur. Engellenmek, kendi davranışının sorumluluğunu almak, sabretmek gibi becerilerden mahrum kalır çocuk çünkü bunlara ihtiyacı yoktur annesi onun için her şeyi halledebilir.
Oysa anennin görevi hayatı ona göre şekillendirmesi, insanları ve olayları onun için organize etmesi yerine ona başetme becerilerinin gelişiminde yardımcı olabilmesi çocuğu gerçek hayata hazırlamaktır.
Evet öğretmeniyle konuşup onu başkan seçtirebilirsiniz, arkadaşında görüp çok istediği bir oyuncağı hemen alarak hiçbir şeyden mahrum kalmamasını da sağlayabilirsiniz ancak dış dünyayı düzenlerken çocuğun içsel dünyasındaki eksiklikleri gözden kaçırmış olursunuz. Her istediğinin istediği şekilde olmasını bekleyen, engellenme, reddedilme, hayal kırıklığı gibi olumsuzluğu hiç tolere edemeyen çocuk, yalnız başına kaldığında gerçek dünya ile karşılaştığında büyük bir hüsrana uğrar. Ve evet annenin de elinin kolunun yetişemediği, çocuğunun yüzünü güldüremediği, onun için hayatı değiştiremediği dönem başlar. Çocukların özellikle ergenlik döneminde yaşayabileceği olası olumsuz arkadaşlık ilişkileri, reddedilme, kaybetme gibi durumlarla karşılaştığında daha sağlam durabilmesi, baş edebilmesi ve yaşayabileceği büyük hüsranlar karşısında ayakta kalabilmesi için daha erken dönemlerde bu tür olumsuz durumlarla karşı karşıya gelmesini engellenmemeli, hatta anne babalar kontrollü şekilde kendisini bu durumlarla yalnız bırakmayı da becerebilmelidir. Böylece gerçek hayatta karşılaşacağı ve yalnız mücadele etmesi gereken olaylar karşısında daha tecrübeli ve olumsuzlukla başetmesini bilen çocuklar yetiştirmiş olur.
Unutmamalıyız ki çocuk annenin yetersizliğinde ruhsal anlamda büyümeye ve olgunlaşmaya başlar. Her şeye gücü yeten tümgüçlü bir anne olmak yerine gerekli yer ve zamanlarda çocuğu mahrum bırakmak, uçması için yavrusunu cesaretlendirerek yumuşakça iten bir serçe gibi kontrollü şekilde onu sosyal hayata itmek gerekli ve sağlıklıdır.
Çocuğun sürekli mutlu olmasını isteyen anne kadar çocuğun ruhsal dünyasını işgal eden bir anne yoktur. Amacımız sonsuz mutlulukla yaşayan çocuklar yetiştirmek değil ne istediğini bilen, hayal kırıklığı ve engellenmeler karşısında güçlükalabilen/başedebilen bireyler yetiştirmek olmalı. Özellikle annelerin “aman çocuğum mutsuz olmasın, endişelenmesin, üzülmesin, kızmasın” çabası boşuna olduğu gibi çocuğun iç dünyasına da yabancılaşmasını bereberinde getirir. Sağlıklı ruhsal yapıya sahip bir bireyin bütün duyguları yaşayabilmesi ve bunu tanıyıp, kabul etmesi de önemlidir, oysa anneler çocuğu bu duygulardan kaçırmak yerine, bu duygulara eşlik edebilseler onu günübirlik bir mutsuzluktan ya da öfkeden korumak yerine daha değerli bir miras bırakmış olurlar. Mesela oyuncağı kırıldığı için üzülüp ağlayan bir çocuğa hemen yeni bir oyuncak alıp üzülmesini engellemek, mutsuzluğunu telafi etmek yerine sadece “oyuncağın kırıldığı için üzüldüğünün farkındayım, ben de üzüldüm bunun için” demesi yeterli olabilir.
Anne çocuk kutsal ittifakında anne çocuğu narsistik bir uzantısı gibi görür, belli bir döneme kadar yolunda ilerlerken annenin en büyük kabusu büyemek ve bireyselleşmeye çalışan çocuk olur. Anne bir anlamda yapıştığı, kendi arzularını doyurduğu çocuğu kaybeder. Bazı durumlarda anne bu yalnızlıkla başedemeyeceği için çocuğun bireyselleşmesine izin vermiyor olabilir
Bu nedenle çocuk yetiştirirken annenin kendisinden vazgeçmesi, deyim yerindeyse saçını süpürge etmesi değil gerektiği zamanda ayrılabilen, bireyselleşebilen bir ilişki kurmak gerekir.
Çocuğun bağımsızlaşma ve bireyselleşme adımları çocukla ortakyaşamsal bir dünya oluşturmuş bir anne için tam olarak kayıp ve depresyondur. Anne olmak kadına kendi annesiyle yaşadığı anne çocuk ilişkisine ait yaşantıları da tekrar canlandırır.
Bir çok annenin bu konuda yaşadığı en büyük talihsizlik araya girmeyi tercih etmeyen ya da giremeyen babalardır. Lacan’a (2000) göre babayı tanımladığımızda; baba çocuğu anneden belli bir mesafe uzaklıkta tutar. Çocuğun hamilelik ve doğumla içine doğduğu ikiliden, üçlü bir ilişkiye geçmesine olanak sağlar. Burada baba bir ayırıcı görevi görür ve çocuğun annenin uzantısı olmasını engeller. Çocuk anneden vazgeçebildiğinde, dünyayı görebilir ve baba da dünyada var olabilme becerilerini çocuğuna sağlar.
Çocuğun özerkliğinin gelişmesi, anne çocuk dünyasının babayı da içine alacak şekilde genişlemesiyle mümkündür. Babanın anne çocuk ilişkisinde var olabilmesi annenin babayı araya alma arzusu, babanın babalık işlevini sahiplenmesi ve anne baba arasındaki duygusal ilişkiyle de ilişkilidir.
Sonuç olarak günümüzde anneler “mükemmel anne” olabilme yanılgısıyla, her şeyi doğru ve eksiksiz yapmak, çocuğunu her türlü olumsuzluktan korumak adına çocuğun ruhsal dünyasından uzaklaşmakta anneliği bir “görev” bilinciyle yerine getirmektedir. Sürecin sonucunda ise mükemmel anne olmanın kendisi bir yanılgı olduğundan kendilerini yıpratmakta, ayrışamayan ve bireyselleşemeyen anne çocuk ikilisi oluşmaktadır.