Doyumsuzluk, içsel bir fakirleşme ile yani maneviyatı yok edip onun boşluğunu maddeyle doldurmaya çalışmakla tarif edilebilir. Oysa madde dışında değer verdiklerimiz içsel olarak bizleri zenginleştirir; başta ailemiz ve akrabalarımız, arkadaşlarımız, komşularımız ve onlarla yürüttüğümüz manevi ilişkiler bizleri mutlu kılar. Tabii ki, bu ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve menfaate dayalı olmaması temel koşuldur!
Günümüzde anne babaların ortak derdi çocuklarının elindeki ile yetinmemesi, paylaşmayı bilmemesi, aldıkları hiçbir şeye değer vermemesi ve sevinmemesi, sürekli yeni bir şeyler istemesi… Ayrıca beyler eşlerinin bitmeyen alışveriş tutkusundan, hanımlar da eşlerinin bitmeyen isteklerinden ve onlara kendilerini beğendirememekten şikâyetçi…
Modern zamanların insanları olarak, ‘gereksiz tüketim’ konusunda çoğu kez çaresiz kalıyoruz. Elimizdekilere şükür etmek yerine hep daha fazlanın, daha iyinin, daha güzelin, daha yeninin peşinde koşuyoruz. ‘Daha’lara ulaşmak için anın güzelliklerine sırtımızı dönüyoruz. Bu arayışın sonu ise mutluluk getirmiyor. ‘Doymak’ ve çocuklarımızı ‘doyurmak’ mümkün olmuyor. Sürekli tüketimin sonucu sürekli doyumsuzluk oluyor. Doyumsuzluk ise ruhsal çöküntüleri, ayrılıkları, hastalıkları tetikliyor.
Doyumsuzluk, sosyal yolla geçen, her kesimden insanın yakalandığı ve tedavi edilmediğinde ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara neden olabilen ‘çok bulaşıcı’ bir virüs aslında!