Aile ve Çift Terapisi
Yaşamsal anlamda oluş ve akış özellikleri dahilinde; insan canlılarının çiftleşme ve üreme itkisi biyolojik olarak canlı oluşun doğal özelliğidir. Günümüzde de bu insanoğluna ait özellik evlilik yoluyla toplumsal kabulü sağlayabilmekte, modern hayatta böyle bir varoluşla kendine yer bulabilmektedir. Ancak günümüzde aile çok daha fazla toplumsal ve bireysel konuyu içermektedir. Bu sebeple aile şu şekilde tanımlanabilir: Aile kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerin oluşan; bireylerin, cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımların sağlandığı ve düzenlendiği temel bir birimdir (akt.Bulut, 1990). Evlilik ekonomik bir ilişkidir. Kadınlar ve erkekler arasındaki makro eşitsizliğin mikro versiyonudur.
Tüm insan davranışlarının ister bilinçli ister bilinçsiz olsun insanın ihtiyaç yapısının neden olduğu söylenebilir. İhtiyaçları fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlar olarak ikiye ayırabiliriz. İnsan sağlığı ve mutluluğu için bu ihtiyaçların doyuma ulaştırılması gerekir. Aile ihtiyaçlarımızı doyuma ulaştırdığımız en doğal ortamdır. Aile fizyolojik ihtiyaçların yanında özellikle şu üç ihtiyacı karşılamada da oldukça önemli rol oynar: Samimilik, güç ve anlamlılık. Aile sosyal bir birimdir ve her üye karşılıklı olarak bu üç boyuttaki ihtiyaçlarına ulaşmak için çaba gösterir.
İnsanların ayrı varlıklar olarak düşünülmesi ve ailelerin de insanlar üzerindeki etkileri bakımından ele alınması, insanın benlik deneyimiyle tutarlı bir yaklaşım. Başkalarının bizi etkilediğini -özellikle yükümlülük ve kısıtlama anlamında- kabul ederiz ancak bir ilişkiler ağı içinde bizden daha büyük bir bütünün parçası olduğumuzu görmekte zorlanırız. Bu noktada aile terapisi bize şunu göstermiştir ki; ailenin yalnızca bireylerin toplamı değildir, aile bir sistemdir. Ayrı özelliklerinin ötesinde, işlevleri olan parçaların oluşturduğu bir bütündür. Öte yandan bir aile sisteminin ya da çift sisteminin bir parçası olmamız kendi istencimiz, isteklerimiz ile bir birey olmasını engellemez, engellememelidir. Bu bakış açısı da terapist olarak odaklandığımız konunun bireylerden uzaklaşıp bireylerin içinde bulundukları ilişki örüntülerine kaydırıldığı anlamına gelir.
Evlilikte üç blok olduğundan bahsedebiliriz. Bunlar hem çift terapisine gelenlerin hangi noktada olduğunu belirlemek hem en hem de çiftlerin kendileri ile ilgili farkındalıklarına katkıda bulunur. Bunlar; konstrüksiyon(yapılanma), dekonstrüksiyon(yapılanmanın bozulması) ve rekonstrüksiyon(yeniden yapılanma) olarak ifade edebilir. Ancak aklımızda tutmamız gereken önemlibir noktada bunun sürekli bir döngüsellik içinde olmasıdır. Yani bir kere başlayıp biten bir süreçten ziyade ilişkinin, dinamiklerine bağlı olarak bu üçgenin içinde gezinen bir yapı olduğunu ifade edebiliriz.
Çift terapisinden ve çift ilişkisinden bahsederken çift konstrüksiyonundan bahsetmeden geçemeyiz. Çİft konstrüksiyonunda kişilerin sürekli kendi rol ve kimliklerini diğeri vasıtasıyla yaratması ve yeniden yaratması söz konusudur. Bu inşa sürekli her yeni kişide ya da ilişkinin her farklı dönemecinde devam eder. Bu inşa ilişkide söz konusu olduğu kadar kişinin bireyselinde de sürekli devam eden biteviye bir süreçtir. Bu inşa sürecinde kişiye uygun olmayan ya da ilişkide kişilerin birbirlerine varmalarını engelleyen fonksiyonel olmayan yapılar ilişkide sorunlara sebep olur.
“Evlendikten sonra çok değişti.” cümlesini etrafımızdan çok duymuşuzdur. Evlilik aslında iki yabancının bir araya gelmesi ve kendini yeniden tanımlaması olarak da yorumlanabilir. Bu recognation, yeniden tanımlanma dediğimiz süreçte kişi “yeniden tanımlanan” olur ve partnerinin yeniden tanımlanan kişi ile ilişkisi ile de değişime uğrar. Aynı durum diğer partner için de geçerli olduğu için kişiler evlilik ya da uzun süreli ilişki içerisinde kendisini ve ilişkisini yeniden tanımlar. Bu yeniden tanımlama sırasında zaman zaman partnerlerden birisi çok değişmek istemediğinde sorun yaşanabilir. Bu sorun sırasında yaşanan alışverişler ve tepkiler ilişkinin nasıl gidebileceği hakkında oldukça önemli bir unsur olarak karşımıza çıkar.
Peki bir çift terapisi kendisine sorunlarla gelen bir çiftle hangi konularda ve nasıl çalışır? En öncelikli konulardan birisi problem tanımının yapılmasıdır. Terapist öncelikli olarak çifti ve evliliği ya da ilişkiyi nasıl algıladıkları konusunda bir çalışma yapar, daha sonra danışanlarla ortak bir problem tanımına varır ve bunun üzerinde çalışılmaya başlanır. Bundan sonra yapılacak pek çok müdahale ve teknik vardır ancak varılması gereken en temel nokta belirlidir. Danışanın alternatif davranış örüntülerinin harekete geçirilmesi ve bunlar yoluyla hem ilişkilerinde hem de kendilerinde başka bir noktaya varabilmeleri en önemli noktadır.
Aile bireylerinin ve çiftin stiline uyum sağlayarak ve kişilerin kendilerini, destekleniyor hissedecekleri bir ortam yaratarak onlara katılmak oldukça önemlidir. Görüşmelerde kişilerin problem etrafındaki etkileşimlerini netleştirecek biçimde, problem hakkında bilgi toplayarak devam etmek ve arzu edilen değişimleri gözlemek aile ve çift terapisinin terapi sırasında terapistin en önemli amaçlarındandır. Danışanlar çoğu zaman farkında olmaksızın bu sorun ya da sorunları ele alma konusunda bir strateji geliştirmişlerdir ve işe yaramasa bile farkında olmaksızın bu stratejiyi devam ettirirler. Aslında sorun, sorunun kendisi değil, ailenin ya da çiftin bu sorunu çözememesidir. Jay Halen’in de değişiyle “Aile terapisinin konusu sorunu çözmek değil, sorun çözme mekanizmalarının tamir edilmesidir.” Bu noktada terapist olarak yapılması gereken en uygun hamle iletişimin içeriğinden(danışanların ne konuştukları) ziyade iletişim sürecine (nasıl konuştukları) odaklanmaktır. Danışanlar genelde içeriğe odaklanır, terapist ise ailelerin sistemlerinin daha iyi işlev göstermesi için sürece odaklanır. Terapi ile birlikte kişilerin kendilerinin ve diğerlerinin bireysel inanı sistemleri ve bunların “uygunluğu” hakkında farkındalık geliştirmesi beklenir. Danışanlarda bunun sonucunda beklenen süreç “senin suçun” nosyonu yerine iletişimlerinin sürküler doğasını anlamaya başlamaları ve kendileri ile ilgili farkındalıklarının artmasıyla kişisel sorumluluklarını almaları gözlenir.
Carlos Sluzki’nin de belirttiği gibi terapi sürecinde beklenen değişim şu yönde olacaktır: Bireylerden daha büyük sistemlere, içerikten sürece, yorumlardan tanımlamalara, niyetlerden etkilere, orjinalden şimdiye, rollerden kurallara, semptomlardan fonksiyonlara ve doğrusal nedensellikten sibernetik sirkülasyona doğru değişimi esastır.
Aile terapisinin gücü, anne babaların ve çocukların aralarındaki etkileşimi değiştirmek amacıyla bir araya getirilmelerinden gelir. Bireylerin çatışma paternlerinden soyutlamak yerine bu paternlerin oluşum sürecine odaklanılır. İnsanların genelde bir soruna saplanıp kalmalarının nedeni, yaşadıkları sorunlara kendi katkılarını görememeleridir. Bakışlarını başkalarının inatla yapmayı sürdürdükleri şeylere takıldığı için çoğu insan onları birbirine bağlayan örüntüleri görmekte zorlanır, terapistin odaklandığı konu da kişilerin bu noktadaki farkındalığını geliştirmektir. Aile ya da çiftle ilk görüşme karanlık bir odada ışığı açmaya benzer.