İnsanların birbirini severek, bin bir umutla kurdukları ailelerin, giderek içinden çıkılmaz sorunlar kümesine dönüşmesine ne kadara acı bir tablodur. Sürekli anlaşmaya, değer görmeye, umursanmaya çabalayıp bir türlü başaramıyor olmak çok yıpratıcı bir süreçtir. Derdimizi anlatamadığımız, sevgi görmediğimiz ve sürekli gerginlik için de yaşadığımız aile ortamı, zamanla sinirlerimizin gerilip ailemizin dağılmasına yada bir türlü içinden çıkamadığımız sorunlarla istemeye istemeye yaşadığımız hastalıklı bir ilişki ağına dönüşmektedir.
Bu tablo içinde genellikle karşı tarafı suçlayıp, kendimizi suçsuz ve mağdur görme eğiliminde oluruz. Halbuki ailelerle yaptığımız görüşmeler de aslında sorunun karşılıklı oluşturulduğunu , her iki tarafında sorumluluğu bulunduğu görürüz.
Aile içi iletişimde yaşanılan en can alıcı sorunlardan bahsedecek olursak; şöyle sıralayabiliriz.
Karşımızdaki kişiyi ne kadar dinleyebiliyoruz. Çoğu zaman lafın nereye vuracağını tahmin ettiğimiz için karşımızdaki kişinin sözünü bitirmesine bile müsaade etmeyiz. Aynı şekilde ondan da aynı karşılığı aldığımız için konuşma içerik bakımından, neredeyse hiçbir şeyi tam konuşamadığımız, bağrışmalara dönüşür. Bizde , karşımızdaki kişide önemsenmiyor hissine kapılırız, çünkü kimse kimsenin sözünü bitirmesine müsaade etmiyordur. Yapmamız gereken karşımızda kim olursa olsun sözünü bitirmesine müsaade etmek ve aynı şeyi onunda yapmasını teşvik etmektir. ‘’ ben senin ne düşündüğüne önem veriyorum bu yüzden seni sonuna kadar dinledim, eğer sende bana değer veriyorsan sende beni dinlemelisin ‘’ gibi
Bunun dışında tartışırken istediğimiz şeyi doğru izah edebiliyor muyuz, yoksa tartıştığımız kişiyi suçluyor yada ona duyduğumuz kızgınlıktan dolayı hakarete vuracak sözler mi söylüyoruz. Bu durum anlatmak istediklerimizin, anlatılmasına ve karşı tarafın anlayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. İnsanları suçlamak yada onlara hakaret etmek, savunmaya geçmelerine ve aynı şekilde ifade bize saldırmaları için zemin oluşturmaktadır. Bu şekilde asla, ne düşündüğümüzü ne hissettiğimizi ifade edemeyiz. Tam aksine, bizim için değersiz olduklarını hissettiririz. Bu davranışımız anlaşılmıyor oluşumumuzun öfkesine dönüşmüş halidir. Halbuki öfkemizi yansıtmak yerine, öfkelenmemize sebep olacak ne hissediyoruz, niçin öfkeleniyoruz, bunu izah etsek ‘’ senin bu şekilde konuşman, çok çaresiz hissetmeme sebep oluyor yada senin sözlerin kendimi değer verilmiyor gibi hissettiriyor gibi’’. Bu şekilde karşımızdaki kişi bizim içinde bulunduğumuz duygu durumunu çok daha iyi anlayabilir. Neden kızdığımızı, tartışma sırasında yaşadığımız duygular daha anlaşılır olacaktır.
İlişkilerimizde en can alıcı sorunlardan bir diğeri ise kendi doğrularımızı kabul etmeye zorlamak ve bizim istediğimiz şekilde değişmesini beklemektir. Eğer özdeşim yapacak olursak, bizim gibi karşımızdaki insanın da kendi doğruları olması çok doğaldır. Zorla kendi doğrularımızı empoze etmek yerine ,onun doğrularını da değerli gördüğümüz zaman , konu çok daha konuşula bilinir hale gelecektir. Bu şekilde karşılıklı olarak konuyu konuşup ortak bir noktada buluşabiliriz. Aksi takdirde ise karşımızdaki kişinin isteklerine, düşüncelerine değer vermediğimiz yani buna bağlı olarak karşımızdaki kişinin kendisine değer vermediğimiz hissine sebep oluruz ki, buda doğrudan çatışmaya yol açar. Ayrıca karşımızdaki kişiyi kendi doğrularımız yönünde değiştirme çabalarımıza gelecek olursak; aslında o kişi en başta olduğu gibi sevmedik mi? Biz ne kadar değişiyoruz ki onun her şeyi ile değişmesini bekleyebilelim. Değişim zaman içinde gelişen bir olaydır ve herkes az çok değişmektedir. İnsanlara değer verdiğimizi onları oldukları şekilde kabul ediyor olduğumuzu hissettirmektir. Değişmesini istediğimiz şeyler ise davranışsal yani kişinin kimliğinin dışlanmadığı yalnızca rahatsız olmamıza sebep olan davranışları ile sınırlı olursa sağlıklı ve doğru bir hedef olabilir. Aksi takdirde her şey kişiliklerin çatışmasına sebep olacağından, asla sonu gelmeyen çatışmalara dönüşecektir.
Unutmayalım ki bizim kişiliğimize yapılan her müdahaleye bizlerde tepki gösteririz. Ama müdahale kişiliğimize değil de davranışımıza yönelikse, buda bize uygun bir şekilde kendilerine nasıl hissettirdiğimiz yönünde aktarılıyorsa durumu anlayıp değişmeye çalışırız. Sevdiğimiz kişilerde tam olarak bunu yaparlar. Doğru bir iletişim, empati, anlayış, saygı ve doğru ifade edilen duygu ve düşüncelerimizden başka bir şey değildir.