Harekette bereket var! Psikolojik iyi oluş ve egzersiz ilişkisi
Günümüzde teknolojik gelişmelere bağlı olarak giderek daha hareketsiz bir yaşam tarzı benimsenmektedir. Oysa ki bedenle kurulan doğru ilişki, kişinin adeta bütün hayatını şekillendirir. Günümüzde pek çok insan çeşitli spor dallarından ya da sadece daha fazla hareket etmeyi yaşantısının bir noktasına hayatına sokmakta ve bununla ilgili olumlu geri dönüşlerini paylaşmaktadır.
Hareket, beden ve ruh sağlığı olgusu, pek çok araştırmacının dikkatini çekmekte, psikolojik iyi oluş ve çeşitli ruhsal rahatsızlıklar üzerindeki etkisi incelenmektedir. Bulgular egzersizin ya da daha hareketli bir yaşam tarzının beden sağlığı üzerine olan iyileştirici etkilerinin yanı sıra pek çok ruhsal sıkıntılarda da iyileştirici etkisi olduğunu kanıtlamaktadır. Özellikle kaygı bozuklukları ve depresyon üzerindeki etkileri oldukça dikkate değerdir.
Peki nasıl oluyor da egzersiz bu kadar etkili olabiliyor? Bunun cevaabını daha iyi alabilmek için doğumdan da öncesine gitmemiz gerekiyor. Dünya ile ilgili ilk bilgileri, örneğin yerçekimi kanunlarını, anne karnında alırız. Anne karnındayken annenin hareketleri vasıtasıyla çevremizi keşfederiz. Annenin nefes alışı, kalbinin atışı, yürüyüşü gibi unsurlar, sonraları matematik, dil ve doğal bilimlerle ilgili kalıpları anlamamıza yardımcı olacak uygun örnekler teşkil ederler.
Bedene dönüşmeden önceki evrede hücrelerimizin birbiri ile kurduğu ilişkiyi, fetüsün anne rahminde rahim duvarına dokunuşunu, varoluşumuzu anlamlandırmak için hareket yoluyla dünyayla kurduğumuz ilk temaslar olarak nitelendirebiliriz. Bebeklik evresinde içgüdüsel olarak yaptığımız hareketler sayesinde sinir sistemimiz gelişir, beynimizde oluşan yeni nöron ağları ile hareket etme becerimiz artarken, kendimizi çevreyle kurduğumuz ilişki ile anlamlandırmaya başlarız.
Zamanla hareketi, görüşümüzü şekillendirmek, çevremizin biçimini keşfedecek ve etrafımızdaki kişi ve güçlerle etkileşime girecek şekilde geliştiririz(Hannaford, 2005). Bebeklik döneminden itibaren faklı aşamalardan geçerek geliştirdiğimiz hareket kabiliyeti, bir yetişkin olduğumuzda karakteristik özelliklerimiz açısından belirleyicidir.
Scharfetter, doğumdan başlayarak benliğin gelişiminde beş katmandan söz etmektedir (Scharfetter, 2003). İnsan önce kendini bir canlı olarak duyumsar, sonra sırasıyla eylemlilik, bütünlük, sınırlılık, son olarak da kimlik duyumunun yaşandığı katmanlarda benliğin temel gelişimini sağlar.
Görüldüğü gibi Scharfetter’in bu tanımında da canlılık katmanına ilk eklenen eylemliliktir. Benliğin oluşumunda bebek, eylemleriyle kendi canlılığını hissetmekte, buradan bütünlük ve sınırlılık duyumlarına yönelmektedir. Yani “bir” ve “bütün” olmanın yolu, eylemde bulunabilme adımlarıyla açılır.
Bir bebeğin doğduğundan sonraki fiziksel gelişim aşamalarına baktığımızda bunu daha da iyi anlayacağız. İlk yılındaki bir bebek, hareketsizce yatmaktan yürümeye geçerken, olağanüstü bir güç ve koordinasyon sergiler. Bu beceri, her yeni harekette ayrıntılı bir sinir ağının faaliyete geçirilmesi sayesinde gerçekleşir.
İlk yapılan hareketler, refleksif hareketlerdir. Moro (sıçrama) refleksi, rahimde dokuz haftalıktan itibaren gelişmeye başlar. Hayatta kalmak için gerekli olan Palmer refleksi ise; bebeğin yan dönmesi, oturması, emekleme, ayakta durma gibi hareketlerin gerçekleşmesini sağlayan reflekslerdir.
Bu tür refleksler, bize üzerinde düşünmemize gerek kalmadan otomatik olarak hareket etmemizde ve tüm duyularımızın gelişiminde yardımcı olur. Bunlar zamanla yok olmaz, daha yüksek düzeydeki sinir sistemleri olan beynin duyusalmotor sistemi ve vestibüler, limbik sistemleri ile entegre olurlar (Hannaford, 2005).
Çevremizden edindiğimiz tüm bilgiler, bedensel ya da ruhsal bir karşılık bulur. Kaslarımız vasıtasıyla mutlululuk, üzüntü, öfke gibi insana özgü duygularımızı, yüzümüzde ifade etme becerisine sahip oluruz. Vücudumuzun kas/hafıza yapısında, sadece nasıl oturulacağı, durulacağı, yürüneceği ve koşulacağı değil, uzayın neresinde olduğumuz veya nasıl zarafet ve sağduyuyla hareket edeceğimiz de kayıtlıdır (Hannaford, 2005).
Hareket, basit bir mekanizma değildir. İnsanın hayatta kalma mücadelesi, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi, korteks altı düzeyde gerçekleşir. İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran temel özellikler ise, kararlarını hem içgüdüsel, hem de korteks altı sinir sistemi yardımıyla verme ve hayatını organize edebilme becerileridir. Hareket yoluyla ve sinir sisteminin korteks bölgesiyle kurduğu ilişki sonucunda, bilinç üstü düzeyde mutluluk hormonu salgılanır. Böylelikle insan, sadece hayatta kalmak için değil mutlu olmak için de hareket eder.
Çocuklar, ya hareket kabiliyetlerini geliştirmek, ya da bir düşünce veya duygularını ifade etmek veya sadece mutlu oldukları için, özgürce hareket ederler. Zıplamak, koşmak, hoplamak, oyun oynamak onlara büyük mutluluk verir. Fiziksel kontrollerini sağladıkça da kendilerini başarılı bularak güven duyarlar. Oynamak ve becerilerini geliştirmek için dışarıdan sebeplere ihtiyaçları yoktur. Çünkü bunun için gereken motivasyon çocukta ardır.
Bu noktada çocukları spora yönlendirmenin sadece fiziksel sağlık açısından değil; psikolojik diğer faktörler açısından da ne kadar önemli olduğunu belirtmek için bazı araştırma sonuçlarından kısaca bahsedeceğim. Spor yapan gençler ile spor yapmayaların kişilik özellikleri arasındaki ilişkiyi ele alan bir araştırmada, O.Neumann, genç performans sporcuları ile sporcu olmayanları karşılaştırdığında spor yapanların yapmayanlara göre daha çalışkan, daha canlı, ilişki kurmaya sürekli hazır, sebatlı, zor koşullarda ortama uymalarının daha iyi olduğunu belirlemiştir.
Tiryaki ve Ark. (1991) tarafından yapılan bir araştırmada da spor yapanların yapmayanlara göre daha dışa dönük ve duygusal olarak dengeli oldukları belirlenmiştir Tiryaki(2000).
Peki bu sporun iyileştirici gücü nereden gelmektedir? Cevap halk arasında mutluluk hormonu olarak da bilinen endorfin hormonunda saklı. Endorfin insan vücudunda ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen bir hormondur.
Spor yaparken salgılanan bu hormonun işlevi, ağrının şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır. Endorfinlerin ağrı kesici etkisi morfinden yaklaşık 30 kat daha fazladır. Bu enforfin hormunu sadece ağrıları azaltmakla kalmaz, pozitif duygular hissetmemizi de sağlar.
Tüm bu yazılanlardan ve araştırmalardan çıkan sonuç kişilerin kendilerine uygun bir egzersizi bulduğunda vücudunda önemli değişikliklerin olacağı ve psikolojik iyi oluş haline geçileceği konusudur.
Elbette ki depresyon tanısı alan bir kişinin sadece spor yapması onu iyileştirmeyecektir, ancak psikolojik destek yanında yapılan kişinin sevdiği bir sporun da kişilerin bu süreçten hem bedenen hem de ruhen daha sağlıklı çıkacaklarına yardımcı olacağı kesindir.
Bu sebeple kendinizeuygun olan bir spor bulmanızı, bulana kadar yılmamanızı ve bulduktan sonra da vazgeçmemizi sadece bedeninize değil ruhunuza borçlu olduğunuzu söyleyebiliriz!