Neden Bir Futbolcuya Fırça Uzatır Neden Mayoyla Sahaya Atlarız?
Bu devirde insan ruhunu anlama çabası bir çeşit “saatleri ayarlama enstitüsü” mesaisine dönüşüyor. İşinizi ne kadar ciddiye alırsanız alın uğraşınız çoğunlukla çağ dışı kalıyor.
İnsana dair temel bilgi, kuram ve bilimsel veriler elbette var ama siz bir fikri ortaya atarken gelen yeni bir güncelleme bilgiyi olmasa da onun sunumunu, çerçevesini değiştiriyor. Bu nedenle çağ hızla akıp geçerken, saniye farkıyla gündem dışı, saat farkıyla oyun dışı kalabilirsiniz. Bu çağ tam da bu nedenle oldukça hüzünlü. Hem gözünüzü kulağınızı açık tutmak, hem de insana dair olanı anlamlandırabilmek için ele aldığınız noktaya odaklanmak zorundasınız. Son dönem sosyal medyasında öne çıkan, gündem sarsan olaylar bana bunu düşündürüyor. İnsana dair inançlarımız değişmese de fikirleriniz güncelleniyor. Bu akışa izin vermek gerekiyor.
Kullanım alanını bir yana bırakarak diplomatik bir krize neden olan fırçayla başlayalım. Diplomatik düzeyde veya kitleler üzerindeki etkisi açısından işin boyutunu bir kenara bırakalım. Ünlü milli futbolcu Emre Belözoğlu fırça uzatma motivasyonunun ardındaki süreçlere odaklanalım. Bu olay etki alanı açısından çok sıra dışı görünebilir ama aslında değil. İçinde bulunduğumuz dönem aslında hepimize birilerine fırça, sopa hatta pala sallama olanağı veriyor. Kendi sosyal medya hesaplarımızda hemen her gün birilerine giydiriyor, birilerini soyuyor, canımız istediğinde de merhamet gösteriyoruz. Ama elbette bizim dışavurumlarımız olayın simge biçiminde küçültülmüş hâli. Bu adam belki akşamdan çantasına fırçayı attı. Gece riskli bir şey yapacak olmanın verdiği gerginlikle uyumaya çalıştı ve ertesi gün er meydanına çıktı. Ya da belki son anda lavaboda buldu, muziplik olsun dedi ve ortama çomağını soktu. Bunu bilemiyoruz ama bildiğimiz bu kişinin kilitli hesaplardan atılan paylaşımlardan daha göze görünür, dişe dokunur bir eylem ortaya koyması. Bu bir tür teşhircilik. Görünür olma isteği, birileri tarafından onaylanırken birilerinin zehirli oklarına hedef olarak dikkat çekme arzusu. Bu noktada belirtmek istediğim şey şu. Bir anda hayatımıza giren bu adamın sahip olduğu büyüklenmeci, teşhirci hal sadece ona özgü değil, insan doğasının bir parçası. Biz hepimiz gelişirken dönemsel olarak belli yaş dönemlerinde bu büyüklenmeci teşhirci halleri yaşıyoruz. Ama kuramsal olarak bu ihtiyaçlarımız tutarlı bir şekilde karşılanırsa sağlıklı ve bütün bir kendilik geliştiriyor ve yetişkin hayatlarımıza bu düzeyde taşımıyoruz. Herkesin ruhsal gelişiminin ideal ölçüde tamamlanmadığı düşünülerse neden sizin değil de bu adamın tam ekran bir şova gereksinim duyduğu anlaşılabilir.
İnsan ruhu üzerine tekrar düşünmemizi –uyaran- sağlayan bir başka olaysa Şampiyonlar Ligi Finali’nde Tottenham-Liverpool maçının ilk yarısında mayosuyla sahaya atlayan Kinsey Wolanski isimli kadın. Wolanski bu eylemi ortaya koyduktan sonra on binlerce takipçi edindiği gibi bu olayın bir iş bulmasına olanak verdiğini söylüyor. Yani ortada bu kez daha belirgin bir ikincil kazanç var. Anlık veya planlı olması fark etmez, “Ben buradayım, milyarlarca insandan farklıyım, beni görün, benimle heyecanlanın” diyen kadın işi bir adım öne taşıyor. Çünkü teşhirciliğin, göz hapsinin, gözler önünde olmanın çok prim yaptığı bir çağ bu çağ. Bu full ekran görsel malzemeyi sadece milyonlarca ekrana taşımıyor aynı zaman da nemalanıyor. Bu hesabını kitabını yaptığı bir şey miydi bilemeyiz ama şunu biliyoruz ki bir davranışa neden olan düşünsel süreçler ve karar verme mekanizmaları arzu ve ihtiyaçlarımızdan etkilenecektir. Bu çerçevede selfie çılgınlığı dediğimiz durumu düşünelim. Çok selfie çekip sosyal medyada yayınlamanın bir ruhsal bozukluk olduğuna dair kuvvetli bir inanç var. Ben ise bir tanı kategorisi gibi yaklaşmaktan ziyade şu ana kadar bahsetmeye çalıştığım kendilik süreçleriyle çok ilgili olduğunu düşünürüm. Peki, selfie paylaşmak sadece bir arzu ve ihtiyacın dışavurumu mudur yoksa kişi bu şekilde ikincil kazançlar da elde eder mi? Ben kesinlikle evet diyorum. Bu illaki maddi bir kazanç olmak zorunda değil. Görüşmediği sosyal ağına ben buradayım demek için, bugün modum düşük beni anlayın demek için, maddi koşullarım böyle statümü bu doğrultuda tanımlayın demek için… Kısacası ortamına ve bağlamına göre görünür olmak için bile teşhircilik arzularının ötesinde bir bilişsel süreç gerekiyor.
Son olarak da zaten “görünür” olanın dışavurum örneği: Sevgili Melek Mosso’nun “açın, açılın” çıkışı. Bunu da büyüklenmeci bir kendilik veya teşhircilik sınıfına sokmak sanatçının davranışını onaylamadığım anlamına gelmiyor. Ama içerik olarak şu ana kadar konuştuklarımızı çok güzel tamamlayarak bir de önemli ilave yapıyor. Şöyle ki, Melek Mosso’nun kadın giyim kuşamı konusunda fikrini öğrenemeyebilirdik eğer ifade etmeseydi. Ama etti ve bu teşhirci olmasa da bir dışavurum. Bir fikrin, inancın dışavurumu herkesi mutlu etmese de şu anki kadar çalkantı yaratmazdı. Ama işin içinde bir röportaj değil bir sahne şovu var, net hatta olukça sivri bir çıkış var. Bu noktada sanatçının amacı sadece fikrini ifşa etmek değil. İhtiyaç duyduğu kendini ifade etmekten ötesi. Benim anladığım kadarıyla o diyor ki: bu toplumsal mesele benim de meselem ve benim bunu en göze çarpan şekilde ifade etme arzum var. Tam da burada daha önceki örneklerde bahsettiğimiz ikincil kazanç durumuyla karşı karşıyayız. Melek Mosso bir sanatçı olarak teşhirciliği kitleleri reste davet için kullanıyor. Kendi adıma kitleleri etkileme kapasitesine sahip kişilerin göze gelmeyi göze alarak görünür olmalarını ve göze batmalarını olgunlaşmış bir kendilikle bağdaştırabiliyorum. Çünkü teşhir edilende bütünsel bir kendiliğe ait bir politik duruş var.
Burada ele aldığımız tüm örnekler için büyüklenmeci, teşhirci bir arzunun altını çizdik. Ama bu söylediğimiz gibi hepimizin içinde dönem dönem yükselebilen görülme, fark edilme, onaylanma ihtiyaçlarımızla aynı yelpazede. Yanılmıyorsam yine çok yakın dönemde genç bir kadın yarı çıplak bir vaziyette partneriyle bir fotoğraf yayınlamıştı. Belki bu genç kadın daha önce tek tük selfie paylaşmış, göz önünde olmayı çok da arzulamayan bir kişi olarak anlık ve dürtüsel bir ihtiyaçla da mahremini teşhir etmiş olabilir. Kısacası teşhir edilen ve teşhir eden olmak arasında çok kalın bir çizgi yok. İnsanların aynalanma ihtiyaçlarını karşılarken aslında biz de aynalanıyoruz. Bu süreç tek taraflı değil. Bu çağ göz gezdirmeyi, göz süzmeyi, göz hapsine almayı besleyen bir çağ. Bu nedenle insan ruhunu anlama çabamızda bireye indirgenmiş tanısal veya klinik betimlemelerden öteye gitmek gerekiyor.
Çünkü işin içinde sadece teşhircinin psikopatolojisi değil, bunun arkasındaki gelişimsel süreçler, sosyo-kültürel etkiler ve ihtiyaçlar var. Aynı şekilde gösterilene kafasını çevirmediği müdettçe görenin de aynı süreçleri var. Üstüne üstlük gösteren ve gören arasındaki ilişkiyi belirleyen sosyopolitik dinamikler var (bkz:fırça). Bu nedenle psikolojiyle ilgilenen insanlar olarak istemesek de bir noktada gündeme dâhil oluyor ve fırsat buldukça da güncellemelerimizi bunun gibi köşe yazılarıyla aktarmaya çalışıyoruz.