Uyumlu Olmak Mı İtaat Etmek Mi?
“Gerçekten hiç sesi çıkmıyor, çabuk uyumlanıyor”, “Ben konuştum bir tepki vermedi demek ki bir sorun yok”, “O her şeye uyar, sorun olmaz”, “Ben senin yerine konuşur, hallederim”, “Ne dersek yapıyor, hiç problem yaşamıyoruz” …
Her zaman daha “öfkeli” olanı, daha “hırçın” olanı, daha “kavgacı” olanı, daha “kendini göstereni” görür ya gözler… peki çok çabuk “uyumlanan”ları, “siz ne derseniz o olsun” ları, “benim için fark etmez” veya “ben her şeye uyarım”ları neden görmekte gecikiriz?
Neden “ben durumun farkındayım ve yardıma ihtiyacım olduğunu biliyorum, bunu sadece nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum” sinyalini verenleri “öfkeli,” kızgın”, “saldırgan” diye etiketleriz de, bunu içten içe, daha sessiz yapanları (yani aslında yapmakta zorlananları) duymakta gecikiriz ve “o çok sakin, sesi bile çıkmaz” tutumunu sağlıklı olan olarak görürüz?
Çünkü uyum sağlamak ve itaat etmek arasındaki farkı bilmiyoruz. Özellike geçmişte, erken çocukluk döneminde “duyulmamış”, “engellenmiş” ve “bastırılmış” olan ve bunun izlerini bugüne taşımış olan koca bir nesil var… Çünkü öyle köklü bir sistemin içindeyiz ki, kendimizi “normallik” ve “anormallik” boyutunda bizlere “dayatıldığı” şekilde değerlendiriyoruz. Belirli normlar belirliyoruz ve kişiliğin, mizacın, düşünce ve isteklerin önemini göz ardı ediyoruz, “insanlar ne der?”e odaklanıyoruz. Ama kendi istekleri ve düşünceleriyle, yaşadığı hayat ve davranışları arasında uçurum olan insanların sayısı ne yazık ki gün geçtikçe artıyor. Sürekli başkalarını mutlu etmek adına yaşayan, isteklerini erteleyen, benimde duygularım var beni de görün demekte zorlanan insanlar… Kendisi olamamış “ben” olamamış insanlar. Siz kimsiniz? sorusuna “ben…” ile başlayamayan insanlar, kendilerini hayattaki ilişkisel bağları veya rolleriyle tanımlayan insanlar “… eşiyim, …. kardeşiyim” ya da “doktorum”, “psikoloğum”, “avukatım” gibi mesleğiyle tanımlayanlar…
Çoğu zaman duygularımızı görmezden geliyoruz, iç sesimizi duymamak için dikkatimizi dağıtıyoruz, utandırılıyoruz, suçlanıyoruz, “aman olay çıkmasın” şimdi diye kendi duygu ve düşüncelerimizi iletmekten vazgeçiyoruz, belki çocukluğumuzda bizim yerimize hep karar verilmiş, belki adımız sorulduğunda ve söylemek istemediğimizde bizim yerimize söylenmiş, belki oynamak istemediğimizde zorla “ama arkadaş oynamak istiyor” denmiş, ya da oyuncağımız zorla elimizden alınmış ve hayır deme fırsatı verilmemiş veya “hayır”a karşılık ama çok ayıp cevabını almışız… bir şekilde itaat etmeyi uyumlu olmakla birlikte kodlamışız. Ve asıl düşündürücü olan bunun sağlıklı olduğuna inanmışız.
Özellikle Nihan Kaya’nın “İyi Aile Yoktur” kitabında Winnicott’tan yaptığı bir alıntıyı paylaşmak isterim; “Yetişkinler itaati büyümekle karıştırırlar; halbuki itaat, çocuğun en büyük ahlaksızlığıdır.”
Ve unutulmamalıdır ki, özellikle çocukluk döneminde verilen itaat etmek gibi ağır sorumlulukların izleri, yetişkinlik döneminde çok daha ağır bir yük olarak bizlere geri dönmektedir…